15 Eylül 2016 Perşembe

Gölgelerin ardında,











An olur düşerim nedenlerin, sonucların ve direnmenin manasızlığına. Aradığım şeylerin kalmadığı vakitlerdir o anlar. Aynadaki hakimin karar vermesini beklerim ağır bir suçlu gibi. Öylece izlerim karşımdakini. Bir sigara yakarım öksürüğüm patlatır içimdeki çaylağı. Oysa içimde isli bir kent vardı, kaldırabilirdim. Fakat zordu yaşam, yaşamak kadar ölmek kadar zordu. Yazmayı denedim sırf yaşamak için. Yaşamakta gözüm yoktu da hiç olmaktan korktum. Öyle korktum ki mana aramak için kuytusuz çöllerde ölülerimi bıraktım. Sordum soruşturdum ve şimdi de şu karşımdakinin donuk yüzünde direniyorum. Yalnızlaştırılmam hızla sürüyor, kimsesizligim bilincimin içindeki zehirli papatyalardan peydahlanıyor, koklayan ölüyordu. Ölmek için değil öldürmek için geliyordu gelen. Gelenler gidiyor, gidenler gelmiyordu. Şerefi olmayan bir düzende ince ruhlar sessizce öldürülüp bir kenara atılıyordu. Çarkına soktuğum bu sistemin içine zorla çekiliyorduk. Temeli basit duyguların, adice gelişen düşüncelerin üzerinde sarsılıyor tatmin olamayan ruhumuzu tatmin edecek şeyler arıyorduk. Bulmalıydık, hiçlik bize göre degildi. Ruhumuzu büyütmeye öylesine ihtiyacımız vardı ki bedenlerimize sıkışıp sahte dengeleri benimsemek yerine hiç olmayı yeğlerdik. Belkide sırf bu yüzden direniyordu içimdeki moruk.
İndirdim gözlerimi yere, bir göze daha değse görünürdü odalarım. Görünürse odalarım çarpılırdı üzerime kapılarım. Batardı sapı ciğerime, ciğerim yanardı. Ciğerim yalnızlığıma yanardı o vakit.

Saçlarımı uzattım, örttüm yüzümdeki düşüşlerin üzerini. Herşeyi düşündüm de bir türlü kabullenemedim güçsüzlüğümü. Şimdi ise sadece bir gölgeyim, içime gölgelediklerimle.