10 Kasım 2016 Perşembe

miskin adamın boktan notları,













İnsansızlık içimdeki hayvanları öyle azdırdı ki zapt edemiyorum. Ne ara yuvarlandığımı bilmediğim bu çukurda üç beş kendini bilmez kaygıların oyununa geliyorum, ahmak değilim dostlarım. Sadece bunlar fazla sahiciler. Kaygılarımı törpülerken kaybettiğim zaman, gerçekliğim yüzünden. Aslında çıkmazlarımı tıka basa kendimle doldurmuşum. Kendi pencerelerimi çatlatmış, kendi sokaklarımda isyan çıkarmışım. Sergilediğim anarşistliğin nedenlerini sırtıma kaftan yapmışım. Kendimi kurtarmak için kendimi geçmem lazımmış. Pek ala bir çoğumuz kırık ve yalnızız. Ve bizler hemen ensemizde kronik bir yalnızlık hastalığının pençesinden muzdarip olmamıza rağmen anlaşılmayı istenmeyen kişilikler yarattık kendimize. Kazandık sandık ya da çok fiyakalı kaybedenlerden olduğumuzu iddia ettik. Zaten tüm mesele de buydu, değil mi? Kazanmak veya kaybetmek. Ben bunu reddediyorum. (Syf.38)

3 Kasım 2016 Perşembe

Leyla'dan Sonra -4















Neredesin Leyla, kaldırmadığım taş, dökmediğim yaş kalmadı.

Bir gece aldı seni, bir gece aldı beni. 
Tanrı bir gecede kesti cezamızı. 
Ellerimi açıp seni dilenmek yerine, boğazına yapıştım.
Canına okudum haddimin ötesinde, 
öldüremedim Leyla, çok korktum..
Bilirsin hep bir terstim, hep bir asi, saçlarımı karışladığında ise çocuk.

Öldüremedim, öldüremedim, çok korktum Leyla. 
Seni dileyecek bir Tanrımın kalmamasından korktum. 


Bugün bir otobüse bindim Leyla, tıklım tıklım.
İzledim öylece, birer ikişer inenler, boşalan koltuklar, şehrin ayrı yerlerine dağılan insanlar..
Karşımda oturan morukla bir ben kalmıştık, son duraktı Leyla, son.
Moruk ayağa kalktı bastonunu önüne katarak, bir omuzla yere serdim,
önce ben inmeliydim Leyla, arkada kalmamalıydım. 
Yalnızlığım ete kemiğe büründü Leyla, en az benim kadar sahici.
Çoğu zaman kendimi bir köşede bırakıp, onu yaşıyorum. 
Bazen onu mu yoksa kendimi mi oynadığımın farkında bile olmuyorum. 
Her şey çok karıştı Leyla, çayıma artık şeker atıyorum.
Damağımda acı bir aroma, geçmek bilmeyen bir zehir var ağzımda.
Gül reçeli ağzından öpsem de, geçse tüm bu küllük bakışlarım. 
Seni görmeyen gözlerimin halini bir bilsen. 
Gözüm kara, katarakt oluyorum Leyla, gözüm hiçbir şeyi görmüyor.
Midem de almıyor artık, ne yaşam cazip geliyor ne de ölüm yakın.
Arada bir yere sandalye çekmişim de bekliyorum. Sadece bekliyorum şu amına koduğumun dünyasında.


Sahi sen neredesin,
sana açılan bir pencerem yok, olsa da bir papatya uzatsam,
kokusu sen, ölümü ben olsam.
Buralar hücre Leyla, güneşin değmediği gökyüzünün uzanamadığı..
Bir hücrede her hücrem sana seferber, fakat sen yoksun Leyla.
Seferden dönen umutlarım belimi büküyor, yorgun düşüyorum 
bir boka yaramıyor zaman, birikmiş intiharlarım var gidemiyorum Leyla.
Bir gece aldı seni, bir gece aldı bizi.
Bir gece almıyor beni.










29 Ekim 2016 Cumartesi

Sadist gecede delikanlılar,

00.50

Sokağı alt ederken bir moruğun yorgun adımlarıyla, üç kişinin gölgesi sırtıma düşüyordu. Gece sokağa düşmüş, sokaklar yalnızlığa. Muhtemelen şu dönüşte kıstıracaklardı. Her şeyin bilincinde olup olacakları önlemeye dahi yeltenmeden kendimi sahnenin acısına bırakacaktım. Boynuma giren sarı delikanlı beni yere kapaklamıştı, tekmeler vücudumda patlıyordu. Hala yüzümü ve karnımı neden kapattığımı bilmiyorum. Sokağın buza çalan betonunda bir genç evire çevire dövülüyordu. Neden sorusu bu gece de cevabını bulamıcaktı. Kaybedecek salt bir canımın kalması sakinliğimi dinç tutuyor, darbeleri sırtımdaki kulunca denk getirmeye çalışıyordum. En azından bir işe yaramalıydı tüm bu olanlar.

28 Ekim 2016 Cuma

altmışdördüncü basamak,

Saat 23.44



Zaman zihnimi yıllar öncesinde terk etmiş olmalıydı. Düzen dediğimiz stabil yaşam ise peşime düşmeye dahi yeltenmemişti. Bu altmışdördüncü basamak, az kaldı. Elimdeki fil anahtarlık, ucunda bir kilit. Eve giriyorum. Yuvasına giren anahtarı iki tur çevirdikten sonra kapının dili atıyor. Bu. İşte bu koca boktan bir karanlık. Anahtarı kapının diğer yüzüne yerleştirirken topuğumla kapıyı çarptım. Işığı açmaya yeltendim, sonrasında hemen toparladım, dizginledim hamlemi. Görmemeliydim aydınlıktaki yalnızlığın tonunu. Bir öksürük yapıştı boğazıma. Ah! Tanrım bu yankı zihnimi kesiyordu, bu boşluğun yankısı kulaklarıma asılan asabi bir babadan daha sancılı. Çeketimi astım vestiyere, düştü. Aslında her şey bir düştü. Tüm gerçeklik bir düş tü de, asıl gerçek şu evimdeki hazmedemediğim tiksindirici sessizlikti. Bir plağını taktım Tom'un, duvarıma geçirdi birkaç fıçı şarapla harmanlanan sesini. Dolaptan kaptım yarım bir bira. Oturdum yatağın köşesine, karşımda domuz gibi ölüme meydan okuyordu. Ben de canıma. Birilerini bekliyor, birilerini uğurluyordum. Oyun aynıydı, kaybetmekti. Kaybetmiştik.

26 Ekim 2016 Çarşamba

Yalnızlığın dayanılmaz gerçekliği,

Çivisi çıkmış yaşama çivi niyetine çakılamazdık ya. Belki de bu korkunç realite ortaya çıkarıyordu içimizdeki aidiyetsizliği. Ait olamama! Yolda kalma, nereye gideceğini bilememe telaşı. Bu yüzden ceplerimizi bir umutla doldurduğumuz istençlerimizi kendi sınırlarımızdan dışarı çıkaramıyorduk. Bu istekleri içimizde yaşıyor, eritiyor, bitiriyor ve bitiyorduk. İki yüzlüydük, 'dışarıdakiler ve her ne kadar içimizde kimse olmasada 'içeridekilere gösterdiğimiz en az iki farklı yüzümüz vardı. Duvarlarımızı aşıp samimiyet bırakan dudaklar, rengi irinleşmemiş bakışlar lazımdı. Duvarlarımız öylesine korkutucuydu ki kimse gözüne kestiremiyor, gözüne kestirenler ise daha kendi duvarlarını aşacak takati kendilerinde bulamıyorlardı. Duvarların ardında duygular küfleniyor son yaşam seferleri geçiyordu. Ve ruhunun her katmanı yalnızlığın tecavüzüne uğrayan bir grup olarak manamızı gitgide kaybediyorduk. Fakat ya topluma en azından bir tarafından karışmak için samimiyetimizin kafasını ezebildiğimiz kadar ezip olmadığımız kişiliklere bürünecektik, ya da yalnızlığın dibinde bir yaşamın boynuna çökecektik. Göğsümüzdeki bu eksikliği bir şeylerle meşgul etsek de 'gece dediğimiz Tanrının siyah çarşafı tüm kirimizi önümüze seriyor ve biz zor bela sağlam çıktığımız her gece için ciğerlerimize ölüm tohumu ekiyorduk, gönlümüzde kurutulan çiçekler olsa da.

15 Eylül 2016 Perşembe

Gölgelerin ardında,











An olur düşerim nedenlerin, sonucların ve direnmenin manasızlığına. Aradığım şeylerin kalmadığı vakitlerdir o anlar. Aynadaki hakimin karar vermesini beklerim ağır bir suçlu gibi. Öylece izlerim karşımdakini. Bir sigara yakarım öksürüğüm patlatır içimdeki çaylağı. Oysa içimde isli bir kent vardı, kaldırabilirdim. Fakat zordu yaşam, yaşamak kadar ölmek kadar zordu. Yazmayı denedim sırf yaşamak için. Yaşamakta gözüm yoktu da hiç olmaktan korktum. Öyle korktum ki mana aramak için kuytusuz çöllerde ölülerimi bıraktım. Sordum soruşturdum ve şimdi de şu karşımdakinin donuk yüzünde direniyorum. Yalnızlaştırılmam hızla sürüyor, kimsesizligim bilincimin içindeki zehirli papatyalardan peydahlanıyor, koklayan ölüyordu. Ölmek için değil öldürmek için geliyordu gelen. Gelenler gidiyor, gidenler gelmiyordu. Şerefi olmayan bir düzende ince ruhlar sessizce öldürülüp bir kenara atılıyordu. Çarkına soktuğum bu sistemin içine zorla çekiliyorduk. Temeli basit duyguların, adice gelişen düşüncelerin üzerinde sarsılıyor tatmin olamayan ruhumuzu tatmin edecek şeyler arıyorduk. Bulmalıydık, hiçlik bize göre degildi. Ruhumuzu büyütmeye öylesine ihtiyacımız vardı ki bedenlerimize sıkışıp sahte dengeleri benimsemek yerine hiç olmayı yeğlerdik. Belkide sırf bu yüzden direniyordu içimdeki moruk.
İndirdim gözlerimi yere, bir göze daha değse görünürdü odalarım. Görünürse odalarım çarpılırdı üzerime kapılarım. Batardı sapı ciğerime, ciğerim yanardı. Ciğerim yalnızlığıma yanardı o vakit.

Saçlarımı uzattım, örttüm yüzümdeki düşüşlerin üzerini. Herşeyi düşündüm de bir türlü kabullenemedim güçsüzlüğümü. Şimdi ise sadece bir gölgeyim, içime gölgelediklerimle.

28 Temmuz 2016 Perşembe

Beni Gördü,





Şair vurdu kalemi kağıda, canına okudu mürekkebin. Dirsekleri masanın canını yakıyor fakat siniri gözüne perde duruyordu. En gözde masası. Saçmalık! Tek gözde masası.
Saat geceyi bilmem ne geçe. Kurtların şehirden evlerine çekildiği o mavili gökyüzü vakti. Her şeyin güneşe kavuşacağı o saatler işte. Evlerinde uykuyu soluyanlar, dudakları ıslak tütün kokan yalnızlıktan her akşam yatakta ölen kadınlar, uyuyamayıp bedenlerinin altında ruhunu çarpıştıran çiftler, birbirlerini altına alma çabasında olanlar, park köşesinde sızmış berduşlar, uyandırılmamak için direnen çocuklar vardı. Ve burnundan soluyan bir şair. Ne şair amma! Kağıtla kalemi barıştırmaya niyetli fakat ortalık karışık. Dökemediği her kelimenin nereye gittiği duvarın kırmızıya, elinin ise siyaha çalmasından anlaşılıyordu. Kaybetmişti, veya kazanamamıştı. Kazanamamaya kim öfkelenirdi ki. Kim kazanmak isterdi yada. Her kazanılan şeyde bir kaybetme olasılığı yatmıyor muydu. Yani kim kazanamamanın acısını böyle doludizgin yaşayabilirdi ki. Kaybetmişti. Elinde olanı kaybetmişti, evet. Gideceği yerler, tadacağı lezzetler, seveceği kadınlar, sıkıcı sohbetlerine dayanacağı ihtiyarlar.. Hepsini sayfelerde yaşamalıydı, yaşıyordu. Hayatın gerçekliğinden sıyrılmış, kelimelerin gerçekliğinde bir hayat sürüyordu. Tanrısıydı yaşamının, yaratıyordu kelimelerden kuklalar, sahici duygular. Tanrıya meydan okuyordu acizliğini geçip. Büyük oynuyordu, tüm küçüklüğüyle büyüklere oynuyordu. Hesabı sorma değil de hesabı tutuyordu. Yaşamalıydı tatminlerinin gölgesinde. 
Yatağındaki yarım biraya uzandı. Yudumladı, boynunu sandalyenin arkasına bıraktı. 
''Yapma Mono, her şey o kadarda kötü değil!''
Kafasına dikti kalanını, bilerek bıraktı dişlerinin arasından. Göğsünden aşağı inen zıkkım damlaları serinletti biraz. Ayağa kalkıp pencereyi açtı. Sigara yaktı, üfledi. Önce şehri ablukaya aldı dumanı, sonra birkaç ışık göründü. Ve geri geldi şehir. Gözlerini kıstı, beni gördü. Gördü ve yazdı. 

26 Haziran 2016 Pazar

Çocuğum Ölümümden Yaralama,




Tütünüm geçiyor,
gidiyor, gidiyorlar
mavi mavi gidiyorlar, siyaha çalıyor her şey ardından.
Buruk bir öksürük tıkanıyor boğazıma,
konuşsam dağılacak parçalarım.
Dağılsa kaybolacağım.
Yalnız bir kıyıyım haritanın kenarında,
dalgaların dövüp de bir türlü öldüremediği.
Domuz canlı kediyim, tüm düşüşlerim dört ayağımın üzerine,
ellerimin arasından kayıp gidiyorum her seferinde,
bir yakalasam öldüreceğim.
O kadar ki gaddarım, gidişlerin ardında.

Ne vahim geceler yaşıyorum,
İçtiğim şarap midemde taşa çalıyor,
kafamın güzelliği gönlümdeki yarayı eritemiyor.
İçimde ürkek bir ceylan var,
vurun onu, acımayın.
Korkaklığımı da alın götürün yanınızda.
Benden beklemeyin zat-ıalinize yarar,
olamadım sıradan koca bir adam,
giremedim herkesleşmenin o dar kalıbına,
çiçeklerin arasında kaldım bir başıma ot,
otların arasında kaldım bir başıma çiçek,
zehrim var mı denemeyin,
ağzınıza layık olamam, eylemeyin.

Kelimeleri ilmek ilmek çıkartıp,
küfürlerime pansuman yapıyor,
ve gelecekle ilgili yararsız vaatler veriyorum.
Rasyonel bir adam değilim,
deliliğime delil mi gerek, ne olur eylemeyin.
Hepten bir yarayım, mikrobu ruhum.
Kasvetim sahici bir gölge ayarında, koca bir karanlık,
gelip de dinlenmeyin, gölgem yalandır.
Güneşim var, kaf dağını aşıp gelecek,
sevmeyin belki de hiç gelmeyecek..


İçimde bir oda, odanın içinde bir ben,
bir ben..
Boş bir küre kafamın içinde,
ahmak bir adamla kavgalı yalnızlığım..
Zihnimde yaralaşan düşünceler,
kabuksuz her biri, kronik birer pislik..
Gönlümde kırık kuşlar, 
biri çırpsa kanat, anında curcuna..
Hayali özgürlük olan içimdeki kuşlar,
curcunada ezilen birer umut hepsi..
Boktan bir döngünün içindeyim işte.
Şimdi bir kapı daha çarpacak üstüme,
olur böyle şeyler diyecekler,
olur böyle şeyler diyecekler!
evet olur..

Ektik tütünü küllüğe, hasadı acı oldu.
Şakaklarımdan düşen her bir acıyı,
göğsümde yumuşatmak varken yetemiyorum.
Tüm eksikliğimle yetemiyorum moruk.
Düşen acılarım gözlerimin önünde dağılıyor,
fakat ne ağaçlar kuşların sesinden alabiliyor kendini,
ne de koca şehir dönüp bakıyor..
Her şey tıkırında..
Gözlerim  külün altında kor gibi,
içime akıyor tuz dağları,
belki de,
belki de sırf bu yüzden tatsız bir adamım..



22 Haziran 2016 Çarşamba

bir celsede düşüş,



Nefretimin altında topaklanmış sevgim var,
kumdan bir zeminde bütün öfkem,
kaktüs bedenimin dikeni, kim bilir ne kadar sahici..
Atsam şu üzerimdeki bozuk fikir darbelerini,
kenara kaldırsam üzerime atılan toprağı,
belki saat bile taşıyacağım, tüm aitliğimle zamana..
Sahilden toplasam umutlarımı geçerken, 
dolup taşsa cebimden, her biri taze her biri güçlü..
Dokunsa biri omzuma sıcak elleriyle, 
veya donsa artık dışarıda kalan her yanım,
belki o zaman bulurum ellerimin asıl yerini..

İstemiyorum artık soğuk renkli duvarlar,
istemiyorum sesimdeki tecrübesiz cızıltıyı,
sokakları adımlarken kayıp adreslerin,
biraz da kendime rastlamak istiyorum..
Koşmak istiyorum çocuklarla,
küçüldükçe büyümek istiyorum belki de..
Düşmek istiyorum öpülürse belki diye yaramdan,
hemen geçmesin istiyorum bir daha öpülür ihtimaline karşı..
'Koca şişko bir adam olmuşken, çeviriyorum aklımda çocuk oyunları..











19 Haziran 2016 Pazar

Gitmelisin Çünkü,



Git.
Gitmelisin çünkü.
Seni bir gün kaybedeceğim gerçeğiyle boğuşamam,
yapamam bunu sıska bedenimle..
Ölürüm, acımam gözümün yaşına..
Git. Yolları bu sefer ben sereceğim önüne,
nasıl dayanırım git artık..
Git.  Daha içimdeki moruğun gözyaşlarını sileceğim,
avutacağım onu biri bin gece.
Git. Gözlerimin eşiğinden çık, al gözümü, al ellerimi, al beni,
at bir denize batayım yükümle, asırlara meydan okumadan vereyim
bir gidişlik canımı..
Öyle bir git ki sensiz sedasız oturayım kaldırıma,
yolun başında görünen her ışıkta umutlanayım,
sen olmadığında boğazına yapışıp umutlarımın,
aksi bir adamı oynayayım, yakayım yıkayım..
Tüm öfkem gidişine değil de gelmeyişine olsun..
Git ki fırtınadan sağ çıkayım..

Gidişinin ertesi günü, aynada yakalıyorum bir adam,
konuşsa anlayacağım, fakat düşmüyor dilinden kelam..
Elinde cigarası, gözünde 'koca şişko bir düşüş..
Sabahladım, lanet yüzünde aradım bir yığın neden..
Çekildim sahici nedenlerin içine, hiçbiri hesap vermedi..
Sıyrıldım aralarından, nefes nefese..
Koştum bir sabah şehrin uzaklarına,
kaçmaya çalıştım, bir ayağım diğerinin  kuyusunu kazdı,
düştüm yüzüstü, kalktım, kalkardım..
Çiğler de aynı yerinde bekliyorlardı beni,
koştum sarıldım ahbaplarıma, ıslandık deniz olduk..
Aramızdan birisinin öksürüğü getirdi bizi kendimize,
koca adamlardık sonuçta, koyvermek bize yakışmaz dedim.
Öyleydi ama, büyüktük güçlüydük değil mi.
Değildik


Gel.
Yağmur yetmiyor avutmaya, ve ben,
ben kurtaramıyorum, alamıyorum gidişinden kendimi.
Gel.
Bir gece yarısı gel bana, son şişede değil,
ayıkken gel..
Bir bavulla gel, bir de gözlerinle..
Kaburgalarımın arasını ördüm senin için, gel.
Evime gel, evim ol gel. Benim ol gel.
Gel artık zihnimdeki rütubetlere el atalım,  sonra göğüslerine..
Doruklardan hazzın sen tonuna düşelim, gel.
Kucakla kafamı, koy göğsüne..
Öp hastalıklı düşüncelerimden,
fısılda kulağıma, 'Ben geldim! de. 









17 Haziran 2016 Cuma

Siyah Kumaşlı Kadın,



Pencere kenarında titrek gözleriyle bekleyen kadınlar var,
diri göğüslerinin altında kor yürekleriyle..
Camdan süzülen yağmur damlalarının,
birbirine karıştığındaki acı gülümsemesiyle..
Onlar umutlarını yeşertecek sevgileri beklerken,
çürüyecek muazzam bedenleri.
sebebi gaddarlığın delikanlıları,
ve bir ihtimal balkonlarına yetişemeyen yüreği saf adamlar..

Gönül koymayın bana, kalemimden birkaç damla katran sızıyor

Bitince sigarası  dolayacak ellerini dizlerine,
dizlerini karnına,
küllükten kalkarken duman, son çekişinde içine
bakıştığı ufuktan arayacak bir çare,
oysa nasıl da sevilmeli
ciğerlerine ölüm tohumu ekenler,
nasıl da anlanılmalı dağınık şiirler..
Fakat vakit yok,
en azından böyle süreçli şeylere..
Herkes koşuyor çünkü bir yerlere,
şiirler düzerken eksik adamlar, kesik masalarında
pencerelerinde asılı kalan bir umut olsa da kadınlar
fakat herkes koşuyor, yetişilmeyecek yerlere..
Zaman da bu oyunun içinde,
vuruyor dönen çarkını eksikliklerin üzerine üzerine,
koparıyor birkaç parça da o.
Fakat kadın dikiyor yine de şişeyi,
iki fırta ikna ediyor zamanı, belki biraz yavaşlamasına..
Ve dönüyor, işte yeni bir dünya,
tanrılara tanrıçalara okunan meydan bu..
Kendi yarattığı dünya bir karışlık zehri akılda..
Her şey güzel, fakat bitecek, bitiyor
dans ettiği adam oluyor yine boktan bir askılık..
Sonra ayaklanıyor her şey,
üzerine geliyor tüm gerçekliğiyle..
Tam bir rezalet!, her şeyin kalkıp üzerine geldiği
fakat hiç bir şeyin seni görmediği rezalet bu.
'Koca şişko kalabalık sokaklarda omzuna birinin çarpmaması kadar rezalet.
Ve sonunda o pencereden atlayan bir kadın bedeni kadar sahici..



15 Haziran 2016 Çarşamba

Burası Derinmiş,

Bir dudak kuruluğu sessizliğim var,
bir göz dalgınlığı yitirdiklerim,
sol cebimde duruyor, hemen şurada
kalbimin üstünde..
Bir ışığım var gölgemin ardında,
orada bekleyeceğim, gelmeyeceksin
belki de görmeyeceksin,
kes şu zırvanayı, biliyorum gelmeyeceksin
çünkü oyunun kuralı bu, 
nasıl bir oyuna itildiğimi ise düştüğümde, 
ayaklarım yere bastığında anlayacağım, parçam kalırsa..
Alelade bir serzeniş değil bu, 
en az bir ayyaş kadar mutsuz
bir palyaço kadar sahte, 
bir kum tanesi kadar gizli.

Dönüyor zaman çarkı, yollar aynı yollar,
gidişlerin yükünü taşıyabilecek kadar ruhsuz,
midesi alacak kadar gaddar..
Ben ise ne gidenleri önleyebildim,
ne de gelenleri  ağırlayabildim.
Beceriksizliğin tüm notalarını ellerime yazmışım, aklımda dahi kalmayan.
Katlanılmaz bir adam bu sanırım, 
geceleri kalkıp yapışıyorum ensesine,
nerede! diyorum,
nerede.
Saçma sapan kelimeler ediyor, sanki derinliği varmışcasına
sus! diyorum be adam sus.
Alt ediyor beni, büyümüş 'koca şişko ruhuyla
eğiyorum boynumu başkaldırmanın üzerine başkaldırılmaz, 
veriyorum bir çiçek, beyazından
alıyorum siyahlar içindeki gönlünü.



İçimde yeşil bir fidan, dikenleri batıyor büyüdükçe..
Göğsümde beyaz bir karga, düşmüş bir teneke beyaza..
Aldanma beyaz bir karga işte,
kanatlansa gelirim kendime, fakat kırık,
beyaz bir karga fakat kanadı kırık..
Umudumdan tutup yaka paça atmışlar da dünyaya, yarısı orada bir yerde kalmış gibi..
Bilincim ise kaçak yollarla, yürümüş kafamın içine..
Bazı şeyler fazla, bazıları az.
Fakat mesele bu değil.
Vursa cellat şu gidişlerin boynunu, belki pası gidecek yaramın
ve olacak ellerin deva'm..

Yürüyorum, sakinlerin ışıkları düşüyor sokağa,
otel odaları, sıcak evler, sahici kahkahalar..
Kapıların ardında, dışarıda kalıyorum,
göğsümden kapıyorum soğuğu, yüreğime..
Yoluma devam ediyorum, 
etmeliyim,
biliyorum uzaklarda şarkı söylüyor birileri..









13 Haziran 2016 Pazartesi

Aramızda Katil Yargı,

Renklerin varlığı çıkardı ilk isyanı. İlk isyan Tanrı'nındı, evet. Renkler var dedi. Farklı fikirlerin, inanışların, duyguların olağanlığını ispatlayan renkler. Fakat küçük insanlarca kabul edilemeyen bu farklılıkların önüne koyuldu koca kalıplı normlar. Ve bir tık daha acımasızlığını artırıp yanına birkaç kişi daha toplayarak, çoğullaştı. Biz 'toplumuz dedi kaba sesiyle, ve bunlar kurallarımız. Ve yüzyıllarca devam edebilecek boktan bir tabaka oluştu yaşamda. Bazı yürekli insanların o tabakalardan kaçma uğrana ettiği intiharlar bile çare olamadı bu algının kırılmasına. Çiçekler kırıldı, fakat bunun nedeni ne sonbahardı ne kış. Çare olamadı. Çünkü 'toplum, Tanrısı oldu küçük insanların dünyalarında. Sahtekar bir tanrı, evet. 
Yargıları çarpıştırıp insanları öldürdük, güzel insanlarımız kayıp gitti yaşamdan. Hala akıllanamadık. Bir bok varmış gibi herkes birbirini yargılıyor, omuzlara basarak yükselmeye çalışıyor. Peki ya neden. Neden bu kadar açlık içindeyiz, neden bir celladın nefretini taşıyoruz. Nasıl bu kadar acımasız olabiliyoruz. Anlayamıyorum. Paylaşmanın verdiği hazzı neden bencilliğe tercih ediyoruz. Bunun getirisi ne olabilir. Eğer rant ise, vicdanına yaraşır mı bu. 


Birileri ölüyor o taraftan veya bu taraftan. Birileri bir zaman ölebilir. Bu sorunu ölen ve ölmeyen taraflarda arayabilirsin. Fakat birileri her zaman ölüyorsa, bunu ölende veya öldürülen de aramak ahmaklık olmaz mı. Araman gereken şeyler işleyen sistemi oluşturanlar ve bu sistemi hoşgörenlerde değil mi. Birileri epey ölüyor çünkü, epey.

Basit bir şey maliyeti dahi yok. Sevin! Birbirimizi sevelim moruklar..



11 Haziran 2016 Cumartesi

Şair olsam da yazmam seni,

Yüksekteyim
rüzgârı hissediyorum, evet hissediyorum
saçlarımda, ve iki parmağım arasından kayıp giden
Beni usulca aldatan hissizliğin gizlediği yoğun hissi hissediyorum
Tufaya geldim sanırım, bir kaç histen kaçarken
düştüm dayanılmaz hisler orkestrasına.
Şefle tartıştım, sokarım dedim tahtana
ver artık neşeli bir ezgi, biz de bulalım yolumuzu..
Kovdu beni.
Koşmaya başladım sonra, çünkü epey yoruldum
Soluk bir bakış attım arkamda bıraktığım koyun sürüsüne
evet arkamda, geçtim, dayanamadım geçtim.
Yola düştüm sonra,
anlam yüklü trenimin hangi yamaçta iskeleti,
aradım durdum,
acı çeken insanların çığlıkları ortasında kaldım

Gürültüler,
kafamda bir cenk meydanı,
can çekişiyor içimdeki kral, bu son nefesleri..
Düştü düşecek tahtı, gitti gidecek boktan düzen
bir umut, bir umut ki suya düşse kan olur.

Geçtim krallıkları, yağmura denk geldim
saçlarımdan tanıdı beni, iyi bilir o geceyi.
Durmadıya ıslattığı, damlalarına sakladığı gözyaşlarımı istedim.
Yedim yine usulca şamarımı, bunu hakettim,
hakettim ve aldım.
Tırnaklarımda biriken doku, ve biraz da kireç
duvarları taradım beyazların içinde,
sahi neyin çırpınışıydı bu.
Diyorum ya elde edemediğim şeylere tahammül edemediğimden değil hiçbir şey.

İçimde bir delinin sesi,
camdan bir fanüs ün içinde, açmış elini dileniyor
'koca şişko bir sevgi.
Yok diyorum ulan, yok ne yapayım.
Olsa sana mı veririm, büyütmek dururken ruhumu
ağlıyor geceleri içli içli duyuyorum, o uyuduğumu sanıyor ama ben duyuyorum
bira döküyorum, tütün sarıyorum ona.
Yok diyorum, yok ulan ne yapayım.

Ellerimi kaldırıyorum son olarak tanrıya,
yağmur yine yetişiyor tam zamanında..







Gelmelisin,

Bir yolunu bulup gelmelisin,
engel duran varilleri yıkarak gelmelisin,
belki çatlayan yerlerinden sızan şarapları önüne katarak gelmelisin.
Sahi sarhoşluk ne yakışır dudaklarına, ayakta durmaya can atan titrek bileklerine..
Gelmelisin
Değmeli tenim tenine, kuşlar kanatlanır belki dudaklarımdan boynuna
Diri göğüslerinin altında koca bir yürekle gelmelisin
Öyle tüm yalnızlığınla gelmelisinki ikimizde sığalım içine
Dardayım, koşarak gelmelisin
Bir ölümlük, sonsuzluk için gelmelisin
Gelmelisin
Öyle apar topar, terliklerinle gelmelisin

9 Haziran 2016 Perşembe

Umut musunuz,

Bazen tüm var gücünle, arta kalmışınla, ne kadarını kurtarabildiysen o kadarınla bir şeyler istersin. Çok istersin, susarsın. Bir süredir bir şey elde etmemiş olmanın sana verdiği bunu hakketmişlik hissine kapılırsın. Çok istersin moruk, diyorum ya susarsın, kana kana. Çünkü adı umuttur. Bu kırk yılda bir uğrayan şeyin adı umuttur. Yalnız bir umudun aynı zamanda bu kadar çok korku barındıracağını tahmin etmezdin. Ondandır ki koşamazsın ve belki de yüreyemezsin bile. Çünkü bu umut kırılırsa moruk bitersin anlıyor musun beni, bitersin. Neden bitersin, çünkü kum döküyor ellerin. Çölleri aştın geldin, fırtınada savruldun geldin. Öldün moruk ve bir ölümlük daha cesaretin var mı? Buna değer mi? Buna değecek olduğuna emin misin? Aslında demek isteğimin emin olmakla, kesinlikle  bir alakası yok. Buna dayanabilir misin onu merak ediyorum sadece. Sadece gülümse moruk ve biraz şu adice geçen zamanla muhabbete dal. Biliyorum çok istiyorsun, anlıyorum mimiklerinde saklanan neşenden. Anlıyorum göğüs kafesindeki coşkunluktan. Anlıyorum hiç durmadan koşmak istemenden. Umudunu pek sağlama al moruk. Umudunu sağlama al



Bu şarkı için teşekkür ederim Sueda hanım

7 Haziran 2016 Salı

Mümkünse başımız sağ olmasın,

Mümkünse başımız sağ olmasın.
Olmasın efendim başımız falan sağ olmasın.
Akılsız başımız sağ olsa ne yazar,
Vicdansız canımız yaşasa ne olur.
İnsanlar ölüyor,
çocuklar ölüyor,
aç kalıyorlar,
ruhları, bedenleri.
Kadınlara taciz ediliyor,
çocuklara da.
Bombalar patlıyor,
insanlar ölüyor. 
Ülkem ayakta mı?
Ülkem ayakta değil.
Ülkem ayakta değil.
Kandırma beni,
veya salağa yatma
Ülkem hiçte ayakta değil.
Sokağa çık, her hangi bir mesele hakkında
farkındalık başlat.
çocuğunu ve çocukları yetiştir.
Mezhepleri ve ayrımcılığın boğazına yapış.
Durdur ölümleri, yapabilirsin.
Bir şeyler yapabilirsin.
İnsan insanı öldürmesin anlıyor musun?
İnsan insanın ölümünü seyretmesin anlıyor musun?
N'olur moruk bir yerden el at şu olaya.
Dayanmak istemeyelim moruk, bu lanet olaylara dayanmak istemeyelim.
Koltukluları yerle bir edelim, yakalım siyaset hanelerini
yakalım kokuşmuş insanlıklarından.

İnsan insanı öldürmesin
İnsan insanın ölümünü seyretmesin moruk..

Evet bekleyeceğim,

Her şey yolundayken buraya uğrama, çünkü her şey yolundayken vakti değerlendirmeli. Böyle bir şey sana fayda vermez. Fakat yolların kırık, ellerin buruksa, hüznün doruk, gözlerin buğuksa ve yoğun buhranlı bir hava soluyorsan seni burada bekleyeceğim. Evet bekleyeceğim..

4 Haziran 2016 Cumartesi

Gece Fiskesi,


Kendimi bazı zamanlar 'beceriksizler abidesi adlı grup varmış da ben de tek üyesiymiş gibi hissediyorum. Size de oluyor mu his? Nasıl anlatsam moruk hani böyle herkesin salağa yatması asıl meseleymiş de ben bok varmış gibi kafamı kaldırıp etrafı gözlemeye başlamışım gibi. Elimdeki şişeyi pek sıkı pek ince sallamışım da yorulmuşum gibi. 
Hiçbir şeyi yüzelsel tadamadım, uğrayıp da gidemeyeceğim şu dünyadan da, saplandım galiba. Kendimi gereksiz şeylerle uğraşıyor hissediyorum. Hissetmiyorum, hissettiriliyorum. Ayrı şeyler. Kendim olmanın bedelini yalnızlıkla ödeyenlerdenim sanırım. Siz, sizde nasıl? Sizde de böyle mi işliyor sistem. Aslında onlara vermek istediğim tek bir cümle vardı. 'Siz bu sistemin menfaate düşkün oyuncuları oldunuz, bense sisteme hakaret eden şiirler düzdüm.' diyemedim. Nasıl diyim moruk, çok fiyakalı değil mi, mahallenin yakışıklısıyım deyip onca dert almak var işin ucunda. En iyisi mahalledeki yalnız adam olmaya devam. Büyük sözler etmeye ne hacet, dramatikleştirmeye ne lüzum. Aslında sistemden karlı çıkacak yanım yoktu heralde, aptal değildim. Hiçbir otorite karşıtı kimse mutlu olmazdı, bilirim. Fakat istedim biliyor musunuz. Sandım ki bu sistem el altından bir kaç bir şey indirir cebimize, hala sanıyorum. Sanırım bunda da saplantılıyım. Yazı gitmiyor moruk, gitse araya sigara giriyor, gitse basamaklar içime kaçıyor. Takip etsem ayağım kayar, ayağım kayarsa kalemim kırılır. Korkuyorum moruk anlasana. Buna ne denir ikilem, üçlem veya çaresizlik mi? Buna ne denir bilmem ama okkalı bir küfür yakışır. Yakışır çünkü can sıkıcı işler bunlar, iyi şeyler oldu da biz mi sevmedik. Yapma moruk yargını kerpetenle temizlemeden üzerime yapıştırma, çünkü canım yanar, canın yanar

2 Haziran 2016 Perşembe

Concha Buika Geliyor(!)

Concha Buika, ''Şarkının dili yok''















Ailesi İspanya'ya, Ekvator Gine'sinden; babası eski politikacı, yazar rejim karşıtı olduğu için sürgüne geldi. Burada çok fakir bir bölgede, çingeneler arasında tek siyahi aile olarak zorluklarla büyüdü. Babası o daha 9 yaşındayken aileyi terk etti.


''Flamenko ya da Afrika etkileriyle müzikler yapıyorum demiyorum. Ben hissettiklerimi yazıyorum, çevremdeki müzisyenlerle şarkılarıma yepyeni ifadeler katıyorum. Tüm bunlar benim şarkılarım, ait olduğum yer sahne ve kendimi ifade etmek için bir sınır düşünmüyorum''  diyen kadın.

Bu hisli hatuna gidin moruklar..

      Aug 03: Kuşadası,
      Aug 05: Bodrum, 
      Aug 07: İstanbul,

1 Haziran 2016 Çarşamba

Buradan bıçak sırtı cümleler geçti hızla,

Yağmur şiirini damlattığında sokağa,
sen yürüyor olacaksın,
ve o ışığın dörtte birini sunan evden yankılanacak,
bir müzeyyen bestesi..
'Gel diyeceğim sana, Gel! Dudaklarım kıpırdarsa namerdim.
'Gel diyeceğim Ulan. Gel ki gülsün çehresi düşmüş yüzüm.
belki çocukça isteyeceğim seni,
ya da senden sonra da sararıp düşeceğim ölüme
Fakat yine de gel diyeceğim

En çok ta kalemden isterim seni,
kağıdın gönlünü alırım senden önce
Hazır ederim her şeyi yerli yerince,
belki gönlüme birkaç çiçek ekiveririm,
kandırırlar yerime seni
Öyle deme ne çok isterim kandırmak seni

31 Mayıs 2016 Salı

İyi şeyler de var Ama ben özledim,

Özledim, yani özlemişim. Bunu artık olur olmadık yerde burnumun sızlamasından anlıyorum. Kaburgalarımın arasına sıkıştırdığım dumanın yetemediğinden anlıyorum. 
Ben epey özlemişim. 
Yani bu kadar diyeceğim. 
Bastıramadığım  şeyleri dökmekten başka bir boka yaramıyor geceler. 
Karamsar bir adama en azından. 
Yoksa güzellikler yok değil, sadece bahsin zamanı değil. Var elbet. 
Bütün konu bu. Sadece bir şeyleri özlemişim.. 
Bu gecenin bir diğer anlamı ise bana dayanabilen çok az sayıda insan olsa da bana dayanabilen herkese selam olsun mu. Olsun

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Tıkırtı,

Gece ansızın kalktım yatağımdan,
müzik kutusuna dokundum
jiletledim nemlenen ahşap duvarlarımı
boydan boya ali atay aktı,
kimse görmedi ama kanadı,
sel oldu yağdı,
bir iki kulaç attım haddimi aşarak,
beni gördüler tuttular paçamdan, boğdular
yapıştılar yakama sustular,
diktiler gözlerini üzerime, korkuttular
her şeyi öğrendim,
bir çok şeyi öğrendim de,
her şeyi bilmekle hiç bir şeyi bilmemek arasındaki eşitliğe basmadı kafam
ne yüzebildim deryada ne de dertli sandalımı kıyıya vurup parçalayabildim,
çırpındım durdum, yersiz, sebepsiz, istemsiz
sanki yaşamın son seferini kaçırmışım da,
arkasından kendimle rastlaşmışım gibi,
sanki hiç misafir kabul edemeyen o dağınık ev gibi,
sanki şekerinin yarısı yere düşürünce tamamından vazgeçen bir veled serzenişi gibi,
sanki 'bütüne sevdalı bir yarım gibi..

Of




29 Mayıs 2016 Pazar

28 Mayıs 2016 Cumartesi

İdiopatik Sancı,













Ben en çok kırmızı kiremitli gecekondulara bakarken söndürdüm tütünümü,
annem izlerken pencereden beni,
sanki yarıştırıyorduk hüzünleri 
oysa tüm kesikler aynı vücuttaydı, tüm gözyaşları aynı kaba akıyordu.
Dur dedim gözlerimle, dur anne yapma, taşacak kabımız
boğulacak hayaller, yapma anne!
Babam geldi sonra, 
babalar çalışırdı, babalar yorulurdu
Babalar herkeste yorulurdu da bize halleri kalmazdı ya
Şimdi olsam küçük bir çocuk,
isterim işsiz güçsüz bir baba, isterim tek kablık yemek,
İsterim koca bir işsiz baba..


Otobüste pencere kenarında
camda süzülen damlalarda bıraktım bir yarımı da,
yanımdaki teyzenin sarılmasını bekledim sebepsiz,
sarılmadı,
kimse durduk yere sarılmazdı
Bunu artık koca kafama sokmalıydım
Birinin okyanuslu dertleri aşıp gelip 'geçecek dostum' demesini bekledim.
Oturdum kaldırıma,
gelmedi,
üşüttüm hayallerimi..
Dar bir sokağa girdim, camekanda sana denk geldim,
senin tablon! Beyazların arasına siyah fırça darbeleri..
bak! dedim, 
bak şu göz torbalarımda biriken hüzne,
seç arasından en nadide çırpınışlarımı,
giderken öp kanı çekilmiş dudaklarımdan,
eğ başını gözlerimin eşiğinden çıkarken,
değmesin gözlerim gözlerine, affederim sonra.
Hadi git, kaybol şuradan  içime doğru,
kaybol ki elleşmesinler artık yarana, 
kaybol sarılmaz kimse sana,
saramaz kimse seni,
kesip atmaz kimse,
çünkü herkes yorgun..
Giderken yak şu moruğun sigarasını,
çünkü; ben de yorgunum..

27 Mayıs 2016 Cuma

Sayılmayacak bir Hatice değel ki,



'Mevsimimiz bahar değil güz idi
Haticem de bir esmercik kız idi
İdenç kargaşandı boy nergisi idi
Beni öksüz koydu gitti Haticem'

'Getme Haticem de geri gelemen
Ağlarım cihanda ben de gülemem
Kader satmıyorlar kader alamam
Öksüzlük yazılmış benim kaderim'


Bu beybaya ne kadar uzun bakılabilirse o kadar baktım. Ve yanına hissettiğim şeyleri nasıl yazabilirim diye düşündüm. Yazamadım. Hiçbir kelimeyi oturtamadım, onlar da pek isteksizdi zaten. Sadece beybabanın dediği cümleler kalmalı ve fazlası.

26 Mayıs 2016 Perşembe

Kendisi istedi Hakim bey,

Kendisi istedi hakim bey. Bende gözü vardı, hatta eteği kısaydı. Ben evliyim hakim bey, çocuklarım var, 5 vakit namaz kılıyorum. Suçlamaları kabul etmiyorum. Evet 35 yaşında, 20 yaşında, 17 yaşında, 14 yaşında, 11 yaşında, 6 yaşında.. Evet erkek, ama Kendisi istedi hakim bey.


Her gün olmasa da, bir hafta içerisinde çok düşündüğüm bir konu. Son yıllarda kat ve kat artan tecavüzler, çocuk istismarları, tacizler beni epey yıprattı. Çünkü yoğun bir empatiye sahibim. Ensar vakfında 40 çocuk, 9 kadın... Özgecanlar, Canseller.. 6 yaşında ailenin amcasından, dedesinden istismara uğrayan çocuklar.. Çocuklar. Metro firması Muğla-İstanbul yolunda olan vaka. Dün öğrendim. Bir muavinin bayan yolcunun üzerine yaptığı mastürbasyon. Ve o bayanın saatlerce orada o vaziyette inceleme ekiplerinin beklemesi. Ne acı değil mi? Yanlış anlamayın bayan için demiyorum. Buna sebebiyet veren herkesin, halkın acısı bu. Metroda, otobüste, tramvayda yaşanan olaylar. Hayatımda 4 kere tramvaya binmişimdir. 1 inde de denk geldim böyle bir rezalete. Zaten diğerleri de taraftar tramvayıydı. Ateş başıma vurdu iki gün etkisinden çıkamadım o sahnenin. Peki benim vicdanımı böyle acıtan bir şey başkalarında neden hiç ses oluşturmuyor. Ya ben dışarıdaki her insanı benden bir parçaymış gibi enpatiyle yaklaşıyorum ya da bazı insanlar için dışarıdaki herkes düşman. Ve düşman ne yaşarsa mubah gibi. Neden böyleyiz diye kafamı duvarlara vurdum, kafam acıdı. Sadece kafam acıdı. 

Başka bir dalına değinecek olursak. Bu insanlar neden serbest. Bu nasıl bir düzen, bu nasıl bir adalet palavrası. Bu erkeklerin serbestliği, kadınların ise sınırların içinde boğulması gerektiğini söyleyen boktan zihniyet nedir. Bunun adı namus mu? Yok kardeşim, böyle bir şey yok. Eğer ortada bir namus zırvanası varsa bunu ilk erkekler adam gibi yaşayacak. Kadınların üzerine yüklenen bir ton yükü ki bu yükü toplum yüklüyor. Buna mecbur olmadığı gibi, bu alçak ve hiçbir ahlak kalıbına girmeyen davranışların hedefi olamaz. 

Neşet Ertaş, ' Kadın insandır, biz erkekler ise insanoğlu.

24 Mayıs 2016 Salı

Son yok,











Ölüm kimine göre son, kimine göre yaşam boyunca görmezden gelinen can sıkıcı olay, kimine göre kendini ona teslim edeceği hak taktiri.. Bana göre de köşe bucak kaçıp varolduğuna inanmak istemediğim, inandığım zamanlarda ise onu ruhumdaki coşkunlukla yenebileceğimi düşündüğüm gözleri çukur bir kelimenin hissettirdiği anlamsızlık. 
Bu sözcüğün anlamını yaşayıp dünyadan göçenleri, yıkayıp paklayıp toprağa ekiyorduk. Sanki çiçek olarak çıkacaktılar topraktan, küçükken böyle düşünürdüm. Sonra yaşlı bir moruk beni aydınlattı. 'Çürüyor onların bedenleri yerin altında, bizde gittiğimizde çürüyecez dedi. Aydınlattı beni, fakat karardım ben. Bazen aydınlanmak pek sağlıklı bir şey değildir. Gerçekten. 

İşte böyle bir şey, içimize derin bir nefes doldurup kendimizi bırakıverdiğimizde, içerideki fırtınaya tanık olup göğsümüzden boşalan sıkıntılı nefes en iyisini anlatır sanırım. Ah gidipte dönülmeyen o bilinmedik yer yok mu. O ne ağır bir şey. fakat son yok. Son diye bir şey olur mu hiç? Olmaz. Son yok. Son hiçbir zaman yok. Sevin, üzülün, aşık olun, delirin, çocuk yapın, paylaşın, gülümseyin.. Tutkunun olduğu hiç kimseye son yok. Son diye bir şey yok. Değil mi, yok.

20 Mayıs 2016 Cuma

Bebe- tu silencio

Sözlerini anlamasan bile içindeki matem havayı körükleyen, ağzına kadar dolan bardağı taşıran şarkılar vardırya hah öyle bir şey. Bu arızalı, albenisi olan kadının umursamazlık hissedilen sesi, bazen canlı bazen sakin. Bana enteresan ve ilgi çekici gelmiştir hep. Bebe'nin aşağıdaki parçası da efsanedir. Tınısı ve sözleri bir şeyleri biliyor. Güzel bir hatunun efsane şarkılarından biri


18 Mayıs 2016 Çarşamba

Black Books,

2000-2004 İngiltere yapımı Komedi dizisi. 6'lı bölümlerle 3 Sezon diye biliyorum. 










Bernard Black kitapları sevmeyen ve çok az önemseyen, müşterilerden nefret eden, zamanının büyük çoğunluğunu insanları aşağılamakla ve içmekle geçiren kötü bir kitapevi sahibi. Bernard'ın asistanı Manny ve tek arkadaşı bitişik dükkanı işleten Frandır. Bu üçlünün başından geçen olayları anlatan acayip samimi bir dizi. Aslında pek yabancı dizi izlemem, gerçi dizi izlemem. Fakat bunu bir öneri sitesinde görmüştüm. Eğlendiğim için de devam ettim. Gönül isterdi daha fazla sezon olsun. İlk bölümü de aşağıya eklendim. Göz atılabilir.



hüzün hastalığı - Kemal Sayar




Türkiye'nin Psikoloji alanında adamlardan birisi olan Kemal Sayar'ı ben bu kitabında tanıdım. Adamlardan. İlk deneme kitabı 'Hüzün Hastalığı' Yaklaşık 2 sene gibi bir süre önce okumuştum. Fotoğrafta görünen kitap 95 basım, sanırım ilk baskı. İstanbul'dan elime geçmiş 2.el ve ya 3.
Kitaba değen eller güzeldir :)  Kemal moruğunu bu kitapta tanıdım. İyi de adamdır ha, severim.

Bu kitapta toplam 4 deneme bölümü var. Sanırım Daha yeni basımlarda bir bölüm ikiye bölünmüş. Kemal Sayar'ın edebi ve şiirsel bir kişiliği de olduğu için kitap hiçte sıkıcı değil. Yani ben 17 yaşında okumuştum, bide sınav zamanlarıydı. Eğlenceli, öğrenceli bir şey. Enteresan konular, enteresan bakış açıları getiriyor. Okunmalı. İçerisinde geçen bir kaç başlığı yazayım.

- Dilsiz toplumun tuvalet yazıları
- Delirmek hakkını elde bulundurmak
- Ben sizi dinledim
- Türkiye içini döküyor
- Çocukları yok sayan
- Otoyol kovboyları
- Kıyılarımızdan çekilen Edebiyat
- Modern hayat çöplükleri!' Ek: Ben yokum, beni karıştırmayın

Alıntılar;
- Konuşan, yazan ve karşı çıkan insanlara ihtiyacımız var. Kendi nefislerinde 'Babil Kuleleri dikenlere, bütün sesleri susturup kendi sesini ilahi bir avaz gibi sunanlara karşı çıkacak insanlara ihtiyacımız var. Bir gün dilimizin dolanmasını istemiyorsak, şimdi güzel sözler söylemeye başlamalıyız'' 

- '' Endişeyi bertaraf etmek için ne denli güçlü olduğumuzu göstermek zorundaydık ve bunun da çok kestirme yolu var: Sahip olmak. Hemde olabildiğince çok şeye sahip olmak. Sahip olarak içimizdeki yurtsuzluğa bir şifa bulabilirdik''