31 Mayıs 2016 Salı

İyi şeyler de var Ama ben özledim,

Özledim, yani özlemişim. Bunu artık olur olmadık yerde burnumun sızlamasından anlıyorum. Kaburgalarımın arasına sıkıştırdığım dumanın yetemediğinden anlıyorum. 
Ben epey özlemişim. 
Yani bu kadar diyeceğim. 
Bastıramadığım  şeyleri dökmekten başka bir boka yaramıyor geceler. 
Karamsar bir adama en azından. 
Yoksa güzellikler yok değil, sadece bahsin zamanı değil. Var elbet. 
Bütün konu bu. Sadece bir şeyleri özlemişim.. 
Bu gecenin bir diğer anlamı ise bana dayanabilen çok az sayıda insan olsa da bana dayanabilen herkese selam olsun mu. Olsun

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Tıkırtı,

Gece ansızın kalktım yatağımdan,
müzik kutusuna dokundum
jiletledim nemlenen ahşap duvarlarımı
boydan boya ali atay aktı,
kimse görmedi ama kanadı,
sel oldu yağdı,
bir iki kulaç attım haddimi aşarak,
beni gördüler tuttular paçamdan, boğdular
yapıştılar yakama sustular,
diktiler gözlerini üzerime, korkuttular
her şeyi öğrendim,
bir çok şeyi öğrendim de,
her şeyi bilmekle hiç bir şeyi bilmemek arasındaki eşitliğe basmadı kafam
ne yüzebildim deryada ne de dertli sandalımı kıyıya vurup parçalayabildim,
çırpındım durdum, yersiz, sebepsiz, istemsiz
sanki yaşamın son seferini kaçırmışım da,
arkasından kendimle rastlaşmışım gibi,
sanki hiç misafir kabul edemeyen o dağınık ev gibi,
sanki şekerinin yarısı yere düşürünce tamamından vazgeçen bir veled serzenişi gibi,
sanki 'bütüne sevdalı bir yarım gibi..

Of




29 Mayıs 2016 Pazar

Abdal - Ervah-ı Ezelde


Sözlerine şiirler düzsem, beğenemez yakarım.. 
Söz: Erzurumlu Âşık Sümmani

28 Mayıs 2016 Cumartesi

İdiopatik Sancı,













Ben en çok kırmızı kiremitli gecekondulara bakarken söndürdüm tütünümü,
annem izlerken pencereden beni,
sanki yarıştırıyorduk hüzünleri 
oysa tüm kesikler aynı vücuttaydı, tüm gözyaşları aynı kaba akıyordu.
Dur dedim gözlerimle, dur anne yapma, taşacak kabımız
boğulacak hayaller, yapma anne!
Babam geldi sonra, 
babalar çalışırdı, babalar yorulurdu
Babalar herkeste yorulurdu da bize halleri kalmazdı ya
Şimdi olsam küçük bir çocuk,
isterim işsiz güçsüz bir baba, isterim tek kablık yemek,
İsterim koca bir işsiz baba..


Otobüste pencere kenarında
camda süzülen damlalarda bıraktım bir yarımı da,
yanımdaki teyzenin sarılmasını bekledim sebepsiz,
sarılmadı,
kimse durduk yere sarılmazdı
Bunu artık koca kafama sokmalıydım
Birinin okyanuslu dertleri aşıp gelip 'geçecek dostum' demesini bekledim.
Oturdum kaldırıma,
gelmedi,
üşüttüm hayallerimi..
Dar bir sokağa girdim, camekanda sana denk geldim,
senin tablon! Beyazların arasına siyah fırça darbeleri..
bak! dedim, 
bak şu göz torbalarımda biriken hüzne,
seç arasından en nadide çırpınışlarımı,
giderken öp kanı çekilmiş dudaklarımdan,
eğ başını gözlerimin eşiğinden çıkarken,
değmesin gözlerim gözlerine, affederim sonra.
Hadi git, kaybol şuradan  içime doğru,
kaybol ki elleşmesinler artık yarana, 
kaybol sarılmaz kimse sana,
saramaz kimse seni,
kesip atmaz kimse,
çünkü herkes yorgun..
Giderken yak şu moruğun sigarasını,
çünkü; ben de yorgunum..

27 Mayıs 2016 Cuma

Sayılmayacak bir Hatice değel ki,



'Mevsimimiz bahar değil güz idi
Haticem de bir esmercik kız idi
İdenç kargaşandı boy nergisi idi
Beni öksüz koydu gitti Haticem'

'Getme Haticem de geri gelemen
Ağlarım cihanda ben de gülemem
Kader satmıyorlar kader alamam
Öksüzlük yazılmış benim kaderim'


Bu beybaya ne kadar uzun bakılabilirse o kadar baktım. Ve yanına hissettiğim şeyleri nasıl yazabilirim diye düşündüm. Yazamadım. Hiçbir kelimeyi oturtamadım, onlar da pek isteksizdi zaten. Sadece beybabanın dediği cümleler kalmalı ve fazlası.

26 Mayıs 2016 Perşembe

Kendisi istedi Hakim bey,

Kendisi istedi hakim bey. Bende gözü vardı, hatta eteği kısaydı. Ben evliyim hakim bey, çocuklarım var, 5 vakit namaz kılıyorum. Suçlamaları kabul etmiyorum. Evet 35 yaşında, 20 yaşında, 17 yaşında, 14 yaşında, 11 yaşında, 6 yaşında.. Evet erkek, ama Kendisi istedi hakim bey.


Her gün olmasa da, bir hafta içerisinde çok düşündüğüm bir konu. Son yıllarda kat ve kat artan tecavüzler, çocuk istismarları, tacizler beni epey yıprattı. Çünkü yoğun bir empatiye sahibim. Ensar vakfında 40 çocuk, 9 kadın... Özgecanlar, Canseller.. 6 yaşında ailenin amcasından, dedesinden istismara uğrayan çocuklar.. Çocuklar. Metro firması Muğla-İstanbul yolunda olan vaka. Dün öğrendim. Bir muavinin bayan yolcunun üzerine yaptığı mastürbasyon. Ve o bayanın saatlerce orada o vaziyette inceleme ekiplerinin beklemesi. Ne acı değil mi? Yanlış anlamayın bayan için demiyorum. Buna sebebiyet veren herkesin, halkın acısı bu. Metroda, otobüste, tramvayda yaşanan olaylar. Hayatımda 4 kere tramvaya binmişimdir. 1 inde de denk geldim böyle bir rezalete. Zaten diğerleri de taraftar tramvayıydı. Ateş başıma vurdu iki gün etkisinden çıkamadım o sahnenin. Peki benim vicdanımı böyle acıtan bir şey başkalarında neden hiç ses oluşturmuyor. Ya ben dışarıdaki her insanı benden bir parçaymış gibi enpatiyle yaklaşıyorum ya da bazı insanlar için dışarıdaki herkes düşman. Ve düşman ne yaşarsa mubah gibi. Neden böyleyiz diye kafamı duvarlara vurdum, kafam acıdı. Sadece kafam acıdı. 

Başka bir dalına değinecek olursak. Bu insanlar neden serbest. Bu nasıl bir düzen, bu nasıl bir adalet palavrası. Bu erkeklerin serbestliği, kadınların ise sınırların içinde boğulması gerektiğini söyleyen boktan zihniyet nedir. Bunun adı namus mu? Yok kardeşim, böyle bir şey yok. Eğer ortada bir namus zırvanası varsa bunu ilk erkekler adam gibi yaşayacak. Kadınların üzerine yüklenen bir ton yükü ki bu yükü toplum yüklüyor. Buna mecbur olmadığı gibi, bu alçak ve hiçbir ahlak kalıbına girmeyen davranışların hedefi olamaz. 

Neşet Ertaş, ' Kadın insandır, biz erkekler ise insanoğlu.

24 Mayıs 2016 Salı

Son yok,











Ölüm kimine göre son, kimine göre yaşam boyunca görmezden gelinen can sıkıcı olay, kimine göre kendini ona teslim edeceği hak taktiri.. Bana göre de köşe bucak kaçıp varolduğuna inanmak istemediğim, inandığım zamanlarda ise onu ruhumdaki coşkunlukla yenebileceğimi düşündüğüm gözleri çukur bir kelimenin hissettirdiği anlamsızlık. 
Bu sözcüğün anlamını yaşayıp dünyadan göçenleri, yıkayıp paklayıp toprağa ekiyorduk. Sanki çiçek olarak çıkacaktılar topraktan, küçükken böyle düşünürdüm. Sonra yaşlı bir moruk beni aydınlattı. 'Çürüyor onların bedenleri yerin altında, bizde gittiğimizde çürüyecez dedi. Aydınlattı beni, fakat karardım ben. Bazen aydınlanmak pek sağlıklı bir şey değildir. Gerçekten. 

İşte böyle bir şey, içimize derin bir nefes doldurup kendimizi bırakıverdiğimizde, içerideki fırtınaya tanık olup göğsümüzden boşalan sıkıntılı nefes en iyisini anlatır sanırım. Ah gidipte dönülmeyen o bilinmedik yer yok mu. O ne ağır bir şey. fakat son yok. Son diye bir şey olur mu hiç? Olmaz. Son yok. Son hiçbir zaman yok. Sevin, üzülün, aşık olun, delirin, çocuk yapın, paylaşın, gülümseyin.. Tutkunun olduğu hiç kimseye son yok. Son diye bir şey yok. Değil mi, yok.

20 Mayıs 2016 Cuma

Bebe- tu silencio

Sözlerini anlamasan bile içindeki matem havayı körükleyen, ağzına kadar dolan bardağı taşıran şarkılar vardırya hah öyle bir şey. Bu arızalı, albenisi olan kadının umursamazlık hissedilen sesi, bazen canlı bazen sakin. Bana enteresan ve ilgi çekici gelmiştir hep. Bebe'nin aşağıdaki parçası da efsanedir. Tınısı ve sözleri bir şeyleri biliyor. Güzel bir hatunun efsane şarkılarından biri


18 Mayıs 2016 Çarşamba

Black Books,

2000-2004 İngiltere yapımı Komedi dizisi. 6'lı bölümlerle 3 Sezon diye biliyorum. 










Bernard Black kitapları sevmeyen ve çok az önemseyen, müşterilerden nefret eden, zamanının büyük çoğunluğunu insanları aşağılamakla ve içmekle geçiren kötü bir kitapevi sahibi. Bernard'ın asistanı Manny ve tek arkadaşı bitişik dükkanı işleten Frandır. Bu üçlünün başından geçen olayları anlatan acayip samimi bir dizi. Aslında pek yabancı dizi izlemem, gerçi dizi izlemem. Fakat bunu bir öneri sitesinde görmüştüm. Eğlendiğim için de devam ettim. Gönül isterdi daha fazla sezon olsun. İlk bölümü de aşağıya eklendim. Göz atılabilir.



hüzün hastalığı - Kemal Sayar




Türkiye'nin Psikoloji alanında adamlardan birisi olan Kemal Sayar'ı ben bu kitabında tanıdım. Adamlardan. İlk deneme kitabı 'Hüzün Hastalığı' Yaklaşık 2 sene gibi bir süre önce okumuştum. Fotoğrafta görünen kitap 95 basım, sanırım ilk baskı. İstanbul'dan elime geçmiş 2.el ve ya 3.
Kitaba değen eller güzeldir :)  Kemal moruğunu bu kitapta tanıdım. İyi de adamdır ha, severim.

Bu kitapta toplam 4 deneme bölümü var. Sanırım Daha yeni basımlarda bir bölüm ikiye bölünmüş. Kemal Sayar'ın edebi ve şiirsel bir kişiliği de olduğu için kitap hiçte sıkıcı değil. Yani ben 17 yaşında okumuştum, bide sınav zamanlarıydı. Eğlenceli, öğrenceli bir şey. Enteresan konular, enteresan bakış açıları getiriyor. Okunmalı. İçerisinde geçen bir kaç başlığı yazayım.

- Dilsiz toplumun tuvalet yazıları
- Delirmek hakkını elde bulundurmak
- Ben sizi dinledim
- Türkiye içini döküyor
- Çocukları yok sayan
- Otoyol kovboyları
- Kıyılarımızdan çekilen Edebiyat
- Modern hayat çöplükleri!' Ek: Ben yokum, beni karıştırmayın

Alıntılar;
- Konuşan, yazan ve karşı çıkan insanlara ihtiyacımız var. Kendi nefislerinde 'Babil Kuleleri dikenlere, bütün sesleri susturup kendi sesini ilahi bir avaz gibi sunanlara karşı çıkacak insanlara ihtiyacımız var. Bir gün dilimizin dolanmasını istemiyorsak, şimdi güzel sözler söylemeye başlamalıyız'' 

- '' Endişeyi bertaraf etmek için ne denli güçlü olduğumuzu göstermek zorundaydık ve bunun da çok kestirme yolu var: Sahip olmak. Hemde olabildiğince çok şeye sahip olmak. Sahip olarak içimizdeki yurtsuzluğa bir şifa bulabilirdik''

17 Mayıs 2016 Salı

Hayatın Sayfasından Düşenler,












Sade kapaklı bir kitap açıverdim önüme. İlk üç beş satırını beklentiyle ölçmemin ardından çekildim hikayenin içine. Hiçbir karaktere sığmadan, kenardan izledim onları. Yaşlı bunağın her sabah 7.05 te uğradığı mezarlıktaki halini iki üç mezar öteden izledim. Kadını için döktüğü göz yaşını gördüm, aynı zamanda buz gibi olan mezar taşından nasıl korktuğunu. Kucağındaki çiçekleri titrek elleriyle nasıl toprağa yerleştirdiğini gördüm. Ölüm vardı.
Sonra gittim mahallede arkadaşlarıyla top oynayan, ve her zaman Ali'yle paslaşmaktan zevk alan Mete'nin yaşamını hissettim. Nasılda dosta ihtiyacı vardı, birkaç pasla ve tebessümle besleyeceği. Dostluk vardı.
Sonra çevirdim sayfeleri, okulda yosun gözlü  kıza aşık olan bir gencin kuşlarla bakışmasına, gökyüzünü görmesine şahit oldum. Ayaklarının altındaki dünyanın çekildiğini gördüm, gözlerinin parıltısını gördüm, biraz da güldüm. Güldüm çünkü bu muazzam bir şeydi.
Arka sayfede ise saat 01.35 di. Telefon konuşmasındaydı tüm gözüm kulağım. Kadın 'Bitti' dedi adama. İlk defa bir adam sustu. Bitti' nin karşısında sustu. Sustu çünkü hakikatin değişmeyeceğini biliyordu. Bu dayanılmaz acıydı. Evet dayanılmazdı. Adam astı kendini. Daha ne konuşuyorsun, adam astı kendini. Bilmiyorum gerisini. Adam kendini astı.
Çevirdiğim diğer sayfede, babasıyla küs bir adamın babasının ölümünden sonraki an dı. Babasına olan nefreti öldüğünde daha da arttı. Elindeki küreği daldırdı toprağa. Atamadı. Babasının üzerine toprak atamadı. Ağacın gövdesine çöktü. Çöktü.
Bir sonraki sayfede, kadının sevdiği adamdan çocuğunu ilk eline aldığı sahne. Gözyaşlarından tebessümün aktığı o an. Ağlanılan o sahne gelen çocuğun bereketiyle ruhların temizlenmesi.

Bizler ise bu hikayelerin arasına sıkışıp, altını çizdiğimiz kelimelerden medet umarız. Ne güzel medet bekleyişleri içerisindeyiz değil mi? Okuyalım mı, yaşayabildiğimiz kadar okuyalım mı?

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Şampiyon KaraKartal,












Bu hayattaki tutkulu ve karşılıksız sevdalara sığınan insanlarız bizler.


Öncelikle sabah sinirlendiğim birkaç konuyu yazacağım. Bazı sayfalar ve topluluklarca sokaklara dökülen Beşiktaşlı taraftarları eleştirmeleri. Bu kötü zamanda, o kadar şehit haberleri gelirken ne sokağa dökülmesi. Bunu şehitler için, vatan için yapsalardı sorun çözülürdü. Bu kadar değeri yokmuş vatanın falan filan. Söylemek istediğim birkaç şey var.

Bu sokağa dökülen insanlar Beşiktaş taraftarı. Bu insanlar devlette olan çatlaklardan dolayı gerçekleşen Gezi eylemlerinde öncü gruptu. Gaz yedi, cop yedi. Bir renkdaşımız ağzına sıkılan biber gazından öldü, sakat kalan oldu.  Ne için? Vatanın geleceği için. Bu düşüncede olan insanlara söylüyorum. Çarşı'yı mı bekliyorsunuz sokağa dökülmek için? Ya sonra, bu insanlar içeri atılınca, siz tekrardan bu nankörlüğümü yapacaksınız. Siz evinizde dilinizi her kulvara uzatırken. Bu eli bayrak tutan insanlar, eylemlerde gece gündüz çadırlarda kaldı. Ne için? Evet, yine senin benim vatanım için nacizane dik duruş sergilediler. Tutuklandılar, hükümeti yıkmaya yönelik davalar açıldı. Statları devlet tarafından 2 ay durduruldu. Ne için? Yine senin benim vatanımın geleceği için sokağa indiğinden dolayı. Eğer bir isyanınız varsa bu neden devlet başındakilerin şehit günü düğün ziyafetine olmadı, eğer bir isyanınız varsa bu neden Genelkurmay bilmem nesinin şehit cenazesinde değil de, düğün şahitliğinde bulunmasına olmadı, eğer bir isyanınız varsa vatan hainliği yapan ali ağaoğluna neden olmadı, eğer bir isyanınız varsa bu neden kilise düşen roketlere olmadı, eğer bir isyanınız varsa bu neden şehirlerde patlayan bombalara olmadı, eğer bir isyanınız varsa bu neden tecavüzlere, çocuk istismarlarına olmadı. Neden dökülmediniz sokağa? Şayet adam gibi bir isyanınız varsa bu neden şerefsizlere değil de Beşiktaş halkına oldu. Neden?

Siyah Beyaz renklere gönül veren insanlar 3 yıl statsız kaldı, hasret kaldı. 7 yıl sonra Şampiyonluk gördü. Tabi bu sevdayı bilmeyenler anlayamaz. Fakat bu kadar haksızlık yapılmaz be. Bu takım için iflas konuşmaları dahi gündeme geldi. Bu insanlar anarşist yerine koyuldu. Çarşı yıpratılmak istendi birçok kez, neler çekti. 1 puan önde olmasına rağmen basınlar Feneri şampiyon ilan etti neredeyse. Son maçta yine ahlaksızca doping testine tabi tutuldu. Ama hiçbir şey Şampiyon olmasına engel olamadı. Beşiktaş herkesi üst üste koyarak Şampiyon oldu. Sabah gördüğüm bu yorumlara aldırış etmeyebilirdim belki. Fakat haksızlık çok büyük acı veriyormuş, dayanamadım. Ortada emek vardı, doksanartılarda kalp sıkışması vardı.
Neden böyle yapıyorsunuz? Neden hep fedakar, cefakar insanların haklarına giriyorsunuz. Nasıl bu kadar nankör olabiliyorsunuz. Okumayan, çizmeyen, araştırmayan insanların kurbanı olamaz bu vatan. Çok sövesim geldi, fakat ziyanı yok.

Ve kimse bu taraftar grubunun vatan sevgisini ölçecek hadde sahip değil. Keza görebilene her şey ortada. İyiki Beşiktaşlıyım.

15 Mayıs 2016 Pazar

Leyla'dan Sonra, -3












Hayattaki kadrajım o kadar küçüldü ki Leyla, 
bıraktığın boşluk, boşlukla dolu. 
Ağzıma kadar boşlukla doluyum. 
Halka halka boşluklar geçiyor içimden, 
oyuna çeviriyorum patlatıyorum sivri dilimle ve birkaç küfürle. 
Sıkılıyorum be Leyla, 
ellerim bomboş, parmaklarım vitaminsiz, 
gözlerim hep ufuk çizgisindeki belirsizlikte. 
Hiç gelmemiş olmanın ayrılığını çekiyorum. 
Kim olduğunu bilmememin özlemini yaşıyorum. 
Çok susuyorum bu aralar, mutfağa geçip koca bir bardak su kapıyorum. 
İlk yudumda kesiliyorum. 
Susamadığımı anlıyorum, sorguluyorum. 
Ruhumu çölden kurtarmışım da sanki, yerleşmiş nahoş vücuduma. 
Bu defa her şey çok iyi değil Leyla.
Böceklerim huzursuz, çiçeklerim adını sayıklıyor
kanıyorum, acıyorum.
Her şey bombok, 
Dün gece vakti bir ayyaş geldi evime,
ayyaş diyorlar ya hani, sebebiyetlere bakılmaksızın
Oturdu tekli koltuğa, öylece suratıma baktı.
Çok utandım Leyla, 
(hiçbir şey aslını yansıtmıyor, hiçbir şey)
Durmadan dediği kelimlerdi bunlar.
Türk kahvesi yaptım ona, hiçbir nasihat vermedim yalnız
(hiçbir şey aslını yansıtmıyor, hiçbir şey)
Kafamı kaldırıpda yüzüne bakamadım,
çok utandım Leyla
(hiçbir şey aslını yansıtmıyor, hiçbir şey)
Uyudu, bilmiyorum ama uyudu
Sabah yoktu, gitmişti 
veya sanıyorumki geceki mahcup halinden dolayı, saklanmıştı bir yerlere
Sevmedim o adamı Leyla, hiç sevmedim
Sen de sevmezdin, 

Böyle kederli şeyler, kaburgalarımın arasından çıkıyor
Saklayamadıklarım düşüyor sayfeye, 
mazur gör 

Fakat bana şunu söyle Leyla, ne zaman geçecek


14 Mayıs 2016 Cumartesi

Önemsiz Nedenler Boşluğu,











Tüm cinayet çeşitlerini işleyesim var.
Her şeyi darmadağın edesim var,
kimsenin kılına zarar gelmesini istemediğim delirmelerim var.
Masanın bacaklarını kırıp, vazoyu paramparça edip çiçeklere dokunamayasım var.
Üşüyen vücudumun, ıslak saçlarımın,
okyanusların tabanına yerleşen hayallerimin,
hayatımın güven omurgasını yaralayan her şeye birkaç küçük hesap sorasım var.
Önlerine serdiğim iyi niyetimde cambazlık edenlere,
üstüme kapatılan kapılardaki güzel ellere,
gözlerinde aldatıldığım kadınlara hesap sorasım var.
Öykülerimin tek karakterli olmasına sebep olan herkesi büyük bir çukura kapatıp
 -zira anca alır-
üstüne kilit vurasım var.
Durmadan koşasım, arkama bakmadan kaçasım var.
Düşlerimi kurtarmak için kaf dağını aşasım var.
Kollarımı, bacaklarımı kırmadılar, lakin bana hediye ettikleri bu huzursuz ve bir o kadar güçsüz adamla başa çıkamıyorum.
Öyle yarım ki bazı şeyler, tamamlanmıyor. Yama almıyor üstümün başımın yırtığı.
Öyle gölge düşmüş ki üstüme siyahla kavgalanıyorum durduk yere.
Biraz da kötü olasım var, insanlarda uyandırdığım saflığı, merhameti, iyiliği terk edesim,
okkalı bir kötü olasım var.
Kötüler ciddiye alınır demişti bir abim. Deveye diken abicim demişti. Zira bu kederli yazılar yerine köşesinden tuttuğumuz bir hayatımız olurdu.
Artık yazı yazmayı dahi midem kaldırmaz oldu, fakat Sait Faik abinin dediği gibi 'yazmasak delirirdik', lakin yazıyoruz diye de deli olmadığımızı söylemedik. Kelimeler saygı duymayı her zaman hak eder fakat bu defa değil, bu defa değil

13 Mayıs 2016 Cuma

Dostum Kargalar,

Küçüklükten beri Kargaların peşinden koşup kaptıran bir çocuğum diyemeyeceğim. Fakat bu hayvanlarla aramda garip bir bağ var. Hayallerimin siyah atlı hayvanı :) Aslında hiçbir özelliğini bilmeden karşılıksız sevdiğim bu hayvanın daha sonra öğrendiğim yönlerine de bağlandım. Ve blogda yer vermek istedim.




-Örneğin Kargalar arasındaki inanılmaz dayanışma beni çok etkiledi. Zor durumda kalmış bir karga, insanlar tarafından iyi davranılmamış, veya yaralı bir karga çevresindeki diğer kargalarca ölüm pahasına dayanışma içinde olurlarmış.

-Türkiye'de 10 karga türü bulunur. Kargalar parlak şeyleri çalmalarıyla ünlüdür, dayanamazlar.

-Bir çok farklı uygarlıkta ölümsüzlüğün sembolü kabul edilmiştir.

-Bazı film-Çizgifilmlerde gördüğümüz gibi kargalar kıramadıkları ceviz ve benzeri kabuklu yiyecekleri yollara koyarak üzerinden bir aracın geçip onu kırmasını sağlarlarmış.

-Hayvanlar içerisinde zekasına hayran kaldıklarımdan bir tanesi. Mükemmel bir izleyicilerdir aynı zamanda, öğrendiklerinin %70 gözleme dayanır.

-Dünyanın en zeki 6. hayvanı ve alet kullanabiliyorlar. En zeki hayvanlar olarak bilinen Şempaze ve Yunus kadar zekidir.

-Karga beyni insan beyniyle çok benzerdir. Yüksek zekayı sağlayan ön beyin, insanlardaki gibi beynin en geniş bölgesidir.
Yani hep kavgalandığım şu 'aptal karga kurnaz tilki' hikayesini çöpe atın. Ya da siz bilirsiniz

-Kargaların ömrü 200 yıldır diye bir şey de yok. Kargalar ortalama 40 yıl yaşarlar, tabi bazı Karga türleri 200-300 yıla kadar yaşayabiliyor.(Kuzgun)
Hiç tanımadan duygusal yaklaştığım Kargalar beklentimi baya karşıladı diyebilirim.

Dipnot: Bu sevilmeyen kuş türü olarak bilinen Kargaların tarlalara dadandığı gerçek değil. Aksine zararlı böcekleri yiyerek bir nevi çiftçilere yardımcı oluyor. Kargaları sevin olur mu :)

SOMA,

13 Mayıs günü tenlerimizin vücutta titrediği, ruhumuzun çalkalandığı günler. Midemizin ağzımıza geldiği, kafamızın içini ateşlerin aldığı günler. Çok iyi hatırlıyorum, herkesin gözünde gördüğüm yaşamaktan iğrelti olan günlerdi. Kötü günler, çok kötü günler. Diyecek başka hiçbir şeyim yok. 13.05.2014 Soma 

12 Mayıs 2016 Perşembe

Sınırlamaların Koynunda,

Yaşamımızda çevremizdekilerle beraber ortaklaşa çizdiğimiz bir çerçevemiz var. Bunun adı da Sınırlar. Aslında kimse size sınırlardan bahsetmez. Zira bahsetse bütün planlar suya düşer. Çünkü insanoğlunun ruhu sınırlamalara uzak ve özgürlüğü arzulayan yanı vardır. Özgürlük lafından dahi korkan insanlar tanıyorum. Özgürlükten korkup kafeste yaşayanlar tanıyorum. Korkunç bir düşünce olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Çocukların duysa kabuslardan uyanır her gece. Korkmayın, en azından kafesten korktuğunuz kadar korkmayın! Tabi sıkıcı normlarında direten kişiler, çevrelerindekileride adını gizlediği bu sınırlamalara boğar. Bunu da çoğu zaman din, inanç üzerinden veya gelenek, kültür üzerinden yaparlar. Veyahut da toplum. Toplum. Aslında bütün suçlular 'Onlar dediğimiz kişiler değil. Kulağımızın hazmetme kapasitesi de suçlu, kendimiz de.
Küçük hapishaneler yaratıp orada yaşayıveririz, başkalarının düşünceleriyle kendi hayatımıza ördüğümüz duvarların amelesi oluruz. Bu duvarların arkasında ise kendimizden bile gizlemekte olduğumuz, duygularımız, düşüncelerimiz, saflığımız, hammaddeliğimiz vardır aslında. Ördüğümüz bütün sınırlamaların istençlerimize, duygularımıza, düşüncelerimize olduğunu anlarız. Sorgularız, fakat bu sefer de eskilerin değimiyle anarşist oluruz. Aslında 'Onlar'a göre bizler birçok şeyiz. Dediğim gibi biraz da kulağımızın hazmetmesine bağlı bazı şeyler. En büyük hobilerimiz de çizdiğimiz sınırlamaların başkalarının dayatmasıyla oluştuğuna emin olmak. Aksi halde zaten kendimize sınırlamalar çizemezdik. Kendimizden kaçan insanlara dönüştüğümüz nasılda yadsınamaz gerçekler değil mi.
Toplumsal dehlizlerde çürüyor hayallerimiz, 'Onlar tarafından şekillendirilmiş sosyal düşüncelerimizin parmaklıklarına sarılıp yalnızca hayal kurabiliyoruz. Tanrı'nın verdiği en büyük nimetlerden birisi olsa gerek, hayal, düş.. İdeolojik kafeslerdeyiz her birimiz, öyle aç bırakılmış ki ruhumuz, düşüncelerimiz. Başka kafeslerdekilerle kavgalanıyoruz, sanki Tanrı yokmuş gibi, sanki duygu yokmuş gibi, sanki yaşamaya gelmemiş gibi. Açıkcası böyle olduğu bana söylenseydi gelmezdim. Size söylendi mi?
 Tüm bu sınırlarımızdan ibaret yaşam. Basit tekrarlamalarla, dayatılan fikirlerle, duygusuzlaşan yaşamla, yaşamaya gelip fikir düşmanı ideolojilerin kurbanı olanlarla iğrenç bir hale geliyoruz, getiriyoruz hayatı. Oysa herkes kendi tablosunu çizse ne olur. Çok şey olur, çok. Gelecek için bari çocukların elindeki kalemlere ellemeyin.

12 Mayıs,

Sıradan bir adamın, sıradan bir yılının, sıradan bir günü. Omuzları soğuk kalan biri için pek ehemmiyeti de yok günlerin açıkcası. Gidenlerin seçtikleri yolların ağzında bırakılan veda bakışlı insanlar için pek can sıkıcı, geçen zaman. Dediğim gibi ehemmiyeti olamayan bir gün, fakat kendimle ters düştüğüm, belirti oluşturmama engel olamadığım bir gün. Saçma, daniska! En kederli yanı ise günün gelişi değil, gidişidir. Gidişler insanın nasılda boğazına yapışır değil mi. Yapışır. Sonra aylak aylak arkasından bakar kalırsın. Kırgın bir gecede hazımsızlanır kalırsın. Gıkın çıkmaz, içine kapattığın fırtına o gece kimseye değmez de sen içinde bir gecelik fazla savaşırsın. Sıradan bir gün, sıradan bir hayatı nasıl da sorgulatırmış.

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Gel,









En çok şu zamanlarda yakılır tütünler, indirilir tüm gardlar, her şeye savunmasız kaldığın şu saatlerde gezersin tütün tarlalarında. Hüzünler toplanır etrafına, sanki tek dertleri senmişsin gibi. İkiye katlanır tüm uçurumlar, sağım solum söbe der açarsın gözünü. Her yer uçurum. Ne düşmemenin başarısı yaşanıyor nede düşmek. Araya bir sandalye çekmiş, kendimi izliyorum oynanan oyunlarda. Normalde insanlar bir araya gelip vakit öldürürlerdi. Fakat insanlarım bir araya gelip beni öldürüyor bu aralar. Sanki önceden konuşulmuş bir hareket, sanki bir can okuma. Koşuyorum, ama kaçmıyorum. Saklanıyorum, ama korkmuyorum. Kendime geliyorum, yol bitmiyor. Kendimden atlıyorum, ayağım takılıyor kendime düşüyorum. Öldürülüyorum, fakat ölmüyorum. Geberiyorum, ruhum vitaminsiz, şiirlerim ıstıraplı, arada birkaç umutlu kelimeler çıksa da akşamında mahcup. Sokaklar kırık, evim sessiz, kafam gürültülü. Ellerim soğuk. Hatıralar, çoğuda sadece gerçeğin kıyısından uzak düş. Canlanan hatıraların en ölü karakteriyim ben de. Her akşam aynı sahneleri izlemek. Her akşam aynı masada buluşup, tütün sararken veya şiir yazarken, ya da pencereden sokak lambasını  izlerken buluyorum. Ve epey canımı sıkıyor bu adam. Bir gün geçip karşısına, vuracağım her şeyi yüzüne. Suratını dağıtacağım, kafatasını açıp çıkaracağım tutsaklığından. Ellerine dokunup gidereceğim yalnızlığını. Ona bir çiçek uzatacağım, kökü toprakta olan. Sileceğim gözündeki yaşını moruğun. El ele yürüyeceğiz..

10 Mayıs 2016 Salı

Bir Dost Avuntusu,









Bir dost avuntusu lazım,
en sessizinden, en sualsizinden.
Omzuna dokunan elleriyle konuşan,
yanı başında alıp verdiği düzensiz nefesinden,
iç çekişinden.
Bir dost avuntusu lazım.
Düştüğün çukura inen,
sanki normaliymiş gibi.
Çıkma sersezenişinde bulunmayıp,
senin için kendinden veren.
Bir dost avuntusu lazım.
Vefândan tutup seni cefadan çeken.
Sırtını sıvazlayıp, ben bir çay koyum diyen.
Senin için ufuklarla bakışıp,
çarelerden en temizini seçen.
Bir dost avuntusu lazım.
Yediğin karpuzun üstüne peynir sokan
Ekmeği samimiyet, emeği paylaşmak olan
Böyle buğday kokulu
Bir dost avuntusu lazım

Türkiye'de Yasaklanan Kitaplar,

Rıfat Ilgaz'ın 1944 yılında 'Sınıf ' adlı şiir kitabı sol görüşü çağrıştırdığı için ve kapak rengi de kırmızı olduğu için yasaklanmıştır. Yazar Rıfat Ilgaz 6 ay hapis cezası almıştır.

Mahmut Makal'ın 1950 tarihli 'Bizim köy' adlı tarih kitabınında anadolu köylerinin fakir ve sefil yanlarını göstererek komunizim propogandası yaptığı gerekçesiyle toplatılmıştır.



Yaşar Miraç'ın 1979 yılında basılan 'Trobzonlu delikanlı' isimli kitabı ve diğer şiir kitapları 12 Eylül 1980 sonrasında yasaklanmıştır. Kitaplar 7 yıl yasaklı olarak kalmıştır.

Aziz Nesin'in 'Azizname' adlı kitabı 1948 de toplatılmıştır. Sonraki yıllarda yasağı kalkmıştır.

Nazım Hikmet üstadın da birçok şiir kitabı yasaklanmış kitaplar arasındadır.

Attila İlhan'ın 'Böyle bir sevmek' adlı şiir kitabı 1979 yılında basılmış, 80 darbesi sonrası toplatılan kitaplardandır.

Georges Politzer'in Paris işçi Üniversitesindeki öğrencileri tarafından alınan notlara dayanan ve ölümünden sonra (1945) yayınlanan eseri 'Felsefenin Temel İlkeleri' Türkiyede geniş bir okuyucu kitlesi buldu. Ve 12 Eylül darbesi sonrasında yasaklanan ilk kitap oldu.

Sabahattin Ali'nin 1947 yılında yayınladığı son öyküsü 'Sırça Köşk' te devlete bir başkaldırı olduğu iddiasıyla yayından kaldırıldı.

Can Yücel 1971 yılında Che guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hüküm giydi, 3 yıl sonra afla serbest kaldı. 1980 yılında ise 'Rengahenk' adlı şiir kitabı müstehcenlik suçlamasıyla toplatıldı.

Nihat Behram'ın yazdığı, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan'ın yakalanmalarından idamlarına kadar olan süreci ele alan kitap 1976 yılında yayınlandıktan hemen sonra  yasaklandı ve tam 22 yıllık sansürün ardından tekrar 1998 yılında piyasaya sürüldü.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Dostum Şizofreni,









Genellikle kişilik bölünmesi ve çoklu kişilik olarak bilinse de tam manasıyla 'Bölünmüş-akıl anlamına gelir. Genetik faktörlerin etkisi yadsınamaz olsa da çevresel faktörlerin de fazlasıyla etkili olduğu kompleks bir hastalıktır. Motivasyon sağlayıcı, iletim hormonu da diyebileceğimiz Dopamin hormonunun artması insanın gerçekle olan ilişkisini minimum seviyeye indirir. Zamanlama sorunu doğurur ve sanrı nöbetleri, halüsinasyon görmesine neden olur. Şizofreninin tanımlayıcı özelliği psikoz, ya da diğer bir deyişle gerçekten uzaklaşma. Rahatsızlığın farkında olamama durumu, yani bir nevi rüyadan uyanamama. Gerçeklik ve sanrı arasında sıkışmak. Bu yüzden de sorgulama aşamasına geçme epey zor meseledir bu insanlar için. Delilik ve dahilik, gerçeklik ve yanılsama iç içe geçmiştir onun dünyasında. Hayatının %85 inde yer alan bu hastalık, erken tanı koyulması, sosyal çevre etkileşimi ve ilaç kullanımıyla tamamen ortadan kaldırılabilecek bir hastalıktır. İnsan görmezden geldiği hastalığını kimseyle paylaşmama, yardım istememe, saklama gibi durumlarda kendi kendini sokmuş olduğu kronik yanılsamalar dünyasında kısır bir serüvende kaybolabilecektir. O yüzden sakinlik, erken tanı oldukça önemlidir.


Hastalığın Dünyası;

Kendi kendinizi gıdıklayabiliyorsanız size Şizofrenisiniz diyemem, fakat bir beyaz önlüklülere görünmek lazım. Zira insan kendini gıdıklamak için yaptığı hamle beyin tarafından uyarıldığı için kendi yapacağınız şeyin önceden farkında olursunuz. Öngörülebilirlik. Fakat Şizofreni hastalarının harekete geçtikleri an ile bu duruma tepki vermeleri arasında bir iletim veya zamanlama sorunu görülür.

Şizofreni hastaları kesinlikle insanlara zarar verme eğiliminde değildirler! Aksine normal insanlara göre daha az zarar verme eğilimindedirler. Çünkü içinde bulundukları telaş ve tedirginlik durumu çevrelerinden çekinmelerine neden olur.

Tanıdığınız kişilerin, bildiğiniz yerlerin, sizin için en önemli anların sizi hiçbir zaman terk etmeğini, zaten hiçbir zaman da varolmadığını aniden öğrendiğinizi hayal edin. Bu nasıl bir duygu olurdu? Hastalarımızı tenzih ederek söylüyorum. Bir leş kokulu çukura düştüğünüzü hayal edin, koku üstünüze sinmeden çıkarsanız normal yaşantıya daha kolay devam edilir. Fakat o çukurda durdukça koku daha fazla üstünüze sinecek. Bu hastalık da böyle bir mesele, içine düştüğün anda ya daha fazla içine düşersin ya da yukarı çıkarsın. Çok büyütülüp yan gözle bakılabilecek bir hastalık değil, bu kötülüğü onlara yapmamak önemli mesele. Bu bilinçlendirilmeler, her hastalık ve her konuda toplumumuzda yer edinmesi gerekir.
Dostum Şizofreni sizi seviyoruz. Hadi gelin



Siz hala delirmediniz mi!,
















Elime büyük bir afiş alıp çıkacasım var sokağa. 

'Siz hala delirmediniz mi?' yazılı.

Sahi siz hala delirmediniz mi? Uydurulmuş bir zamanın, uydurulmuş bir yaşamın, uydurulmuş bir düzenin, yine uyduruk bir parçası olmaktan. Delirmediniz mi? Sıkıcı kuralların koyulup, yersiz sınırlamaların zenginin fakire gücündeki esnekliğine delirmediniz mi? Çemberin içinde oynamaya, dışına çıkmayı dahi düşünmenizin etrafınızı ayağa kaldıracak olmasına daha delirmediniz mi? Saçma sapan normları olan  insanlarla yaşamaya delirmediniz mi? Güçlünün zayıfı ezdiği bu bok çukurunda, tahammülsüzlükten delirmediniz mi? Kadın tacizlerine, çocuk istismarlarına delirmediniz mi? Yoksa daha o eşiğe gelmedi mi hiçbir şey. Bombaların can almasına, insanlığın ağlamasına delirmediniz mi? Lanet olası sıçmık bir otoriterliğe karşı daha delirmediniz mi? Kardeşine sevgi dolu bakamadığınız her gün için delirmediniz mi? İsimleri, kurumlar, üniformaları bir kenara atarak delirmediniz mi? Menfaat için susmalarınıza delirmediniz mi? Bugün okula gitmeyip, fabrikaya gitmeyip, şirkete gitmeyip, öğrencilere ders anlatmaya gitmeyip delirmediniz mi? İnsanlar öldü delirmediniz mi? Tecavüze uğradı delirmediniz mi? Hapse atıldı delirmediniz mi? Şehre bombalar düştü delirmediniz mi? Çocuklar öldü. Çocuklar öldü. Çocuklar öldü. Delirmediniz mi? Neden delirmediniz? Neden yaşadığımızı söylesin biri? Lütfen. Bunları önlemek için yaşamıyorsak eğer bana biri neden yaşadığımızı öğretsin. Biz delirmedik mi? Lanet tahammüllerimizi sikeyim. Biz neden Delirmedik!

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Ay,














Her gün başımızın üstünde yer alan Ay, bir gün bizi terk ederse ?


Dünya yeryüzü çapında değişikliklere sebep olur, aşırı ısı suların buharlaşması ve buzulların çözülmesine sebep olurdu.

Okyanus suları metrelerce yükselebilir ve kuşaklar boyu sürecek toz fırtınalarıyla kasırgalar yaşanırdı.

Ay'ın koruması olmazsa bildiğimiz hayat yeryüzünden silinir, üzerindeki yaşamsal faliyet varlığını sürdüremezdi. Bilim insanları ayın uzaklaştığını biliyorlar. 400.000 kilometre ötedeki ay, dünyanın eksenin de sabit kalmasını sağlar.

Güneşin doğudan doğup batıdan batması da ayın sabitliğindendir.  Ay'ın çekim gücü bizi korumaz ise işte o zaman dünya üzerinde bulunan tüm canlıların sonu gelmiş demektir.

Ay olmasaydı dünyada mikrobik olarak yaşam olurdu. Marsta ve Venüste ilk dönemlerde yaşam vardı fakat tüm gezegene yayılmamıştır. Ay olmasa dünyada yaşam olabilirdi ama çevresel etmenlerden ötürü tüm gezegenin kontrolünü ele geçiremezdi ve o zaman Venüs gibi bir evrim yaşardı.

Ay'ın yokluğu  insanlık için hiç de iyi olmadığı yadsınamaz gerçek. Başımızın üstünde yeri var 

6 Mayıs 2016 Cuma

Sarmaşık - Tolga Karaçelik ve dahası,

Tolga Karaçelik'in yazıp yönettiği 'Sarmaşık, bir gemide mecburen mahsur kalan 6 kişinin yaşadıkları anlatılıyor. Gişe Memurundan sonra  Sarmaşık filminde yazmış olacak tarih. Filmin başrollerinde, Nadir Sarıbacak, Kadir Çermik, Hasan Karsak, gibi oyuncular yer almakta.

Sarmaşık gemisi  yük aldıktan sonra tahliye limanı  Angolaya doğru yola çıkar. Hala sefer devamken geminin armatörü iflas eder ve ortadan kaybolur. Gemi Mısır'a geldiğinde armatörün liman parasını ödemediği ortaya çıkar, geminin üstünde haciz vardır.Liman yetkilileri gemiyi kimsenin uğramadığı demirleme alanına çeker. Mürettabattan olası bir tehlike için gemiyi hareket ettirebilecek sayıda kişinin kalması gerektiğini belirtirler.
Beybaba diye hitap edilen geminin kaptanı, makine bölümünden Kürt, mutfaktan Kamarot Nadir, gemicilerden Alper ve Cenk, usta gemici olarak da İsmail gemide kalır. Hepsinin kalmayı seçişindeki hikaye başkadır. Sarmaşık bu 6 adamın yiyecek, içecek kıtlığıyla gemide geçirdikleri 120 günün hikayesidir. Mısır açıklarında, denizin ortasında bir hikaye.
Yolculuğun başlardı başlayan gruplaşmalar zamanla yerini başka şeylere bırakır. Yiyecek veiçeçeğin iyice azalmasıyla kavgalar büyür ve gemi insanın insanı avladığı bir alana dönüşür.

Sansür yüzünden sinema severlerle buluşamamıştı. Lanet bir şey!
Ben ne böyle oyunculuk gördüm ne de böyle etkileyici birşey. Nutkum tutuldu. Sevdiğim Nadir Sarıbacak'ın oynaması izlettirdi bu filmi. Fakat ne film be. İzlemeyenin iki yüzü kara, valla kara. Bu filmi açıklayabilecek tek kelimem 'Vuuhh!.

Antalyadan tam 4 ödülle dönmüş ve birçok yerden,  oyuncular ve yönetmenin kaleminden, kelamından..

Kitap Okumak İster misin,

Arkadaşlar şimdi değineceğim konu, varlığından geç haberim olan 'Kitap Okumak İster misin' projesi. Bu proje nedir? Bu proje sevdiği kitabı alamayanlar, öğrenci olanlar, bütçesi az olanların yararlanabileceği ücretsiz kitap okuma. Sitenin kütüphanesindeki istediğiniz kitapları söyleyip bu kitapları ücretsiz temin edebiliyorsunuz. 2014 senesine kadar kitapların yanında zarf da gönderiyorlarmış. Zarfın içinde 2,5 lira para. Kitapları 1 ay içerisinde geri gönderme ücreti. Fakat 2014 yılından sonra artık bu ücreti okuyucuların ödemesi isteniyor. Şahsım adına söylüyorum bu proje çok hoşuma gitti. Şuan ptt kargo parası 3 lira. Bu demek 3 liraya 2,3 kitap alıp okuyabiliyorsunuz demek. 2,3 kitap dememin sebebine gelecek olursak. Ben deneyimledikten sonra bloğa yazmak istedim. Yaklaşık 7 gün önce istediğim 2 kitabı belirttim. Fakat bir yanlış anlaşılma olacak ki bana bir de 'İnsan ne ile yaşar' kitabını da göndermişler. Yani 2 kitap istemiştim bir üçüncüsü daha birlikte geldi. Tabi sanıyorum ki bu benim ilk kitap ismini yanlış söylememden kaynaklandı. 'Peki bu ücretsiz kitap okuma işini ben de yapmak istiyorum, nasıl yapabilirim?' diyorsunuz. 

Yapmanız gerekenler;

1-You tube 'Kitap okumak ister misin' kanalına abone ol

2-Facebook 'Kitap okumak ister misin' sayfasını beğen. 

3-Facebook üzerinden iletişim kur, istediğin kitap ve adres işini belirt.

Tabi istediğiniz, yani beklediğiniz yayınevi statüsünde gelmeyebilir. Onu da belirtebilirsiniz. Ben belirtmemiştim mesela. Beklediğim yayın evlerinden gelmediler. Siz de isterseniz bu kısa işlerden sonra istediğiniz kitapları ücretsiz okuyabilirsiniz. Ha yok ben gidip you tube kanalına abone olamam, Facebook sayfasını da beğenemem paramla alırım diyorsanız. Zaten bu projede boşuna yer işgal etmeyin derim. Paranızla alın :) Tekrardan bu proje için çalışan herkese teşekkür ediyorum. 

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Eksik Bir Şey Mi Var,









Birkaç bardak çay soğuttum o gün. Sigaranın külü ne zaman elime düşse o zaman ayılıyordum. İçimde çatallanan yollara şahit oluyor fakat işin içinden sıyrılamıyordum. Bir şeyler yoktu, bir şeyler fazlasıyla yoktu. O kadar yoktular ki, koca bir bulutu karışlayıp içinden birşey çıkaramıyordum. O kadar bir şeyler yoktu ki, şapkadaki tavşanım bile yoktu. Bir şeyler yoktu, elimde tek olan şeylerim eksiklerimdi. İçimde koca bir buz kütlesi vardı. Tam göğsümün üstünde. Her şey orada. Yalnızlığım, iyiliğim, kötülüğüm, sevdiğim kadınlar, babam, yardakçılarım, bakıp görmeyen, duyup anlamayan herkes ve her şey. Orada sıkışmayı ve bir gün patlamayı bekliyorlardı. Biliyordum, bir gün içimden beyaz bir karganın kalkacağını. Kalkıp tüm kokuşmuş yargıların karşısında beni savunacağını, biliyordum. Bekliyordum.

Yaşadığım donukluğun farkına varıp, kaldırdım gözlerimi içimden. Etrafı süzmeye başladım. Herkesin gözünün üzerimde olduğunu hissetmeme rağmen kimseyle göz göze gelemiyordum. Sanki hepimiz güzel gözlü körlerdik. Tek göremediğimiz içimizdeki eksiklerdi. Oturduğum masaya üç-beş madeni para bırakarak kalktım. Güzel ayakkabılar dolanıyordu bu şehirde. Pantolan paçaları, taze kumaş kokuları, ince bilekler.. Yadsınamaz güzellikler, fakat daha fazlası yoktu, daha fazlasını aramıyorduk çünkü. Düşünüyorum da ihtiyacımız mı yok diye. Kendimi buna da
inandıramadım. Arasak bulabilirdik, lakin aramıyorduk. Çünkü fazlasıyla meşgul, fazlasıyla yorgunduk. Gülten ablanın da dediği gibi 'Ah kimselerin vakti yok oturup ince şeyleri anlamaya.

Ne Olmuş,

Louis Aragon'un  'Dünyanın en güzel aşk hikayesidir' dediği Cemile'nin yazarı ünlü Cengiz Aytmatov'un kağıda alerjisi vardır.



Eserlerinde eşcinsellikle ilgili temalara yer veren ve aynı zamanda eşcinsel olan ünlü yazar Virginia Woolf, romanların çoğunu ayakta yazardı.

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif'in oğullarından Emin Ersoy, 1966'da Tophane'de bir kamyon kasasında açlıktan ölmüş bir şekilde bulunur

Vefat eden ünlü şair Fazıl Hüsnü Dağlarca toplamda 36.000 şiir yazmıştır. Bu durumu ''İçimdeki şiir hayvanını dururamıyorum'' diye açıklamıştır.

Orhan Veli Kanık, İstanbul aşığı şair. 36 yaşında Ankara'da belediyenin açtığı bir çukura düşmüş, hayatını kaybetmiştir.

Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bey anlatır:Bir gün babasından çok hoş bir mektup almış;hafızasına nakşolup kalan bu unutulmaz mektup aynen şöyle imiş:
"Ekremciğim,ne yapacağımı bilmediğim için sana mektup yazıyorum.Ama ne yazacağımı da bilmediğim için sözüme son veriyorum;gözlerinden öperim!"

Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.

Honore De Balzac, çok fazla kahveden boğuldu.

Leo Tolstoy, soğuk bir kış gecesinde bir tren istasyonunda donarak öldü.

Ünlü ve zengin Amerikalı yazar Jack London, aşırı doz morfin alarak 40 yaşında öldü

William Faulkner, Attan düştükten sonra kalp krizi geçirdi.

Leaving Las Vegas kitabının film haklarını sattıktan iki hafta sonra intihar etti. Kitap bir intihar mektubu muamelesi gördü.

Stefen Zweig, 1941 yılında Avrupa'nın duumuna üzüntüden eşiyle birlikte intihar etti.

 Geçen 3500 yılın sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.

3 Mayıs 2016 Salı

Evinizdeki Karınca,

Zeki: Hey Uyuşuk, güçlüyü çağır yeni evi araştırmaya gidiyoruz.

Uyuşuk: Ğahatsızlanmış o, gelemiyecekmiş Zeki abi.

Zeki: Dün sağlamdı, neyi varmış?

Uyuşuk:  Evsahibinin yeğe döktüğü sıvıya takılmış, üşüttüm diyo.

Zeki:  Hay aksi, bizim Pısırığı çağır o zaman.

Uyuşuk: Ne Pısığık mı! Aman abi!

Zeki: Girişteyim beş dakikaya gelin!

--Yeni yerleştikleri evin salonundaki vitrinin altında toplanacaklardır. Zeki yine her zamanki gibi erken gelir.

Zeki: Oo Uyuşuk bu sefer az beklettin, bunu neye borçluyuz.

Uyuşuk: Abi Pısığığı yanımıza almasak!

Zeki: Aha geliyor olum dur duymasın, daha çok tırsar.

Pısırık: Vaov Selam gençler. Bana ihtiyacınız varmış doğru mu? Pek yok gibi sanki

Zeki: Pısırık, beyninle geldin değil mi abim?

Pısırık: O nasıl söz, tabi abi.

Zeki: Korktuğum başıma gelecek. Neyse. Hadi gidelim!

Pısırık: Abi ben sizi bekliyim burada isterseniz?

Zeki: Yürü seni isminden pısırık sürüngen

Pısırık: Ne ne sürüngeni ya benim bacaklarım var abi.

Zeki: Görüyorum, şu titreyenleri kastediyorsun değil mi?

Uyuşuk: hh!

Zeki: Efendim?

Uyuşuk: Güldüm abi.

Zeki: Ulan Uyuşuk

- Zeki önlerine düşer ve mutfağa doğru yolculuk başlar.

Pısırık: Uyuşuk naber ya, yeni evi beğendin mi?

Uyuşuk: Göğec..

Pısırık: Ne?

Uyuşuk: göğeceğiz!

Zeki: Geldik. Girmeden önce söyleyeceklerimi iyi dinleyin. Tezgaha çıkmak yok. Büyük ihtimalle insan sulamıştır orayı. Masaya tabağa çıkmak yok, yere düşenleri alıp gideceğiz. Toplu halde değil, tek tek koşalım. İnsan geldiği zaman salak gibi daire çizip koşun. İnsanlar vicdanlıdır pek ellemez. Eğer burada barınmak istiyorsak insanları rahatsız etmeyeceğiz. Yoksa..

Pısırık: Yoksa ne abi?

Zeki:  Ha. Yoksa.. Başka bir eve gideriz diyecektim.

Pısırık: Huhh!

Zeki: Hadi dağılalım! Beş dakikaya burada buluşalım. Anlaşıldı mı Uyuşuk ?

Uyuşuk: Tamam abi.

-- Beş dakika sonra orada buluşurlar.

Zeki: Sıkıntı oldu mu beyler?

Pısırık: Yok abi, bir insan gördü beni ama senin dediğin gibi salak salak daire çizdim. Bıraktı salona gitti. Ama koca bir mısır gevreği aldım,  evdekiler bayram edecek vuuuv !

Zeki: Güzel hadi gidelim. İyi işti beyler. Pısırık sen de ilk defa iyi iş çıkardın.


-- Girişe gelirler. Fakat karşılaştıkları durumda dünyaları yıkılır. Evet, onlarında dünyaları var.

Pısırık: Abi bu girişteki beyaz şeyler ne!

Zeki: Ne !Olamaz! Olamaz!

-Uyuşuk koca poposunu kaldırıp beyaz taşları kaldırmaya başlar. Fakat oturur kalır dibinde. Zeki ağlar, Uyuşuk ağlar.

Pısırık: Abii, yoksa..

Zeki: ...
Uyuşuk: ...

Pısırık: Abii

...

Pısırık: Abi bu insanlar ailemizi mi öldürdü, yoksa sabah olan vicdanlarını mı?


Yalnızlıklar - Hasan Ali Toptaş

Bu adam ne yazsa okurum. Yaşayabildiğim kadar okurum. Günümüzde her insan Yalnızlık zulmünden muzdariptir. Tamamlanamamışlıklarla dolu hayatın, aidiyetsiz insanlarıyız kimi zaman, zaman zaman. Yola ait insanlarız, yol insanlarıyız. Eksiğiz.
Bu kitapta Hasan Ali Toptaş'ın aynı ritminde. Tarihe kazınacak kitaplarından biri kıymet bilmek lazım. Okuyun moruklar, bu adamın kitaplarını okuyun. Kitaptan bir kaç alıntı yapalım.


''Hangi yola koyulursak koyulalım, yalnızlık hep yoldadır.
Her yere ve her şeye ondan gidilir ve ondan gelinir.''

''Yalnızlık postacıların taşıdığı yüktür çoğu kez,
birikir kalem uçlarında, kağıtlarda, zarflarda.
Bakışlarda birikir, susuşlarda, bekleyişlerde, kapılarda
ve birikim yüktür her zaman,
yalnızlık bir yükün ağırlığıdır.
Yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından
o nesnenin kucağına gezdirirken,
yürür ya da koşarken,
coşarken ya da
deli dolu yaşarken
ansızın ölümü istemektir yalnızlık;
kendimizin kendimize sağırlığıdır.''

İntiharlık Kalemler,














Virginia Woolf, Britanyalı Yazar - Ceplerini taşla doldurarak kendini Ouse ırmağına bıraktı. ''İyileşemeyeceğim''

Tenessee Williams, Amerikalı Oyun Yazarı ; Hap almak isterken kutu kapağını yutarak boğuldu. 

Sylvia Plath, Amerikalı Şair - Kafasını fırına soktu. Son sözü. Dr. Horder arayın olmuştur.

Ernest Hemingway, Amerikalı Yazar - Idaho, Ketchumda anne ve babası gibi bir av silahı ile kafasını dağıttı.

Vachel Lindsay  -  Amerikalı şair 
Mutfak dolabından aldığı dezenfektanı içerek intihar etti.

^Beni haklamaya çalıştılar, fakat ben daha önce davrandım!^


Nicholas Chamfort - ''Kalbin ya paramparça kırılmak ya da taş gibi katılaşmak zorunda kaldığı bu dünyayı terk ediyorum

John Kennedy Toole: ABD'li yazar.Kitabının yayıncılar tarafından basılmaması sonucunda depresyone girdi ve 39 yaşında intihar etti.Ölümünden sonra kitabı basıldı Pulitzer Ödülü'nü kazandı.



2 Mayıs 2016 Pazartesi

Kaçmak,

Herhangi bir hapishane filminin son sahnesini oynuyor bazılarımız. Giriş-Gelişme-Kaçış
Kaçmak! Birçoğumuz bir şeylerden kaçma çabasındayız, geriye kalanlar ise başarısız olanlardır. Başarının bu döngüde yeri yoktur çünkü. Hangi dağları aşarsak aşalım, hangi sokakları ezersek ezelim, hangi diyarlara değse de gözlerimiz. Bir kuru sessizlik olarak bitap düşer kalırız yerimizde. Sığınacak tek yerimiz kendimizle başbaşa kaldığımız dörtduvar düş. Kaçmak dediğimiz şey bir nevi kendimize gelmektir aslında. Sorgulamanın son adımıdır bu. Sorgulamak pek tabi başarıdır. Fakat bu işten saadetle sıyrılmak asıl mesele. Bunun için güçlü şeylere ihtiyaç duyar insanoğlu. Sizi sizden kurtarıp, size asıl sizi vadeden şeyler. Manasızca yaşadığınız bir seks dinamizmin bıraktığı boşluktan daha güçlü şeyler. Evet. Küçük bir velede şeker uzattınız. Hissediyor musunuz? O an sizden daha güçlü, sizden daha refah birisinin olmadığını. Veya delirdiniz, evet. Aşırı bilincin size bıraktığı mutluluk parçası, delirmek. Veyahut aşk. Tabi bundan kastımız toplumda yer edinen modernize edilmiş, çıkar veya rant kavgaları değildir. İnsanoğlunun anlamlandıramadığı tutkuların ve yine anlamlandırmaya yetemediği nacizane kelimesi. 
Evet dostlarım şimdi kaçtınız, o veya bu taraftan, kaçtınız. Fakat başarısızsınız. Toplum gözünde başarısız, hakikatte ise hûr'sünüz. Sevin, gülümseyin, yaşayın

Leyla'dan Sonra 2-

Leyla'dan Sonra


Sen bir fırtınaydın bense yaprak. Sessizce bekledim akıbetimi. Kapattım gözlerimi. Gittin Leyla. Bir fırtına kurbanı bile olamadım. Kalakaldım yalnız başıma. Kafamdaki bütün odaların ışığını söndürdüler Leyla. Sensiz kalan her yerim karanlık. Kafamın içinde böcekler var Leyla, hepsi senin yokluğundan peydahlandı. İlk zamanlar sigara üfledim, şarap döktüm, lonelinez dergisiyle vurdum birkaçını. Ama iyiler Leyla, çok iyiler. Ben de iyiyim, belki de bütün sorun iyi olmamda.
Şimdi bol ünlemli cümleler kurmak isterim, o kadar doluyum. Bir kaşık boşaltsan yerine bir kepçe dert talip. Hepsinin ortak yanı sensin Leyla. 
Yokluğunda hangi kalemle, hangi kelamla seni yaratsam da, düşlerimde yaşasan diye düşünüyorum. Aklım çıkıyor unuturum diye. 
Sahi sen neredesin? Benim dünyam acılarla dolu Leyla, senin de efkarını ortak ettim, bencillik mi düşünmeden. 
Duyar mısın Leyla. Ben bir kitap kaleme alsam, sen de beni kâle alsan. Vasiyetimden önce okusan kitabı, önce biraz sevsen. Sevsen de çirkinliğe mahkûm kalmasa ruhum.