26 Ekim 2016 Çarşamba

Yalnızlığın dayanılmaz gerçekliği,

Çivisi çıkmış yaşama çivi niyetine çakılamazdık ya. Belki de bu korkunç realite ortaya çıkarıyordu içimizdeki aidiyetsizliği. Ait olamama! Yolda kalma, nereye gideceğini bilememe telaşı. Bu yüzden ceplerimizi bir umutla doldurduğumuz istençlerimizi kendi sınırlarımızdan dışarı çıkaramıyorduk. Bu istekleri içimizde yaşıyor, eritiyor, bitiriyor ve bitiyorduk. İki yüzlüydük, 'dışarıdakiler ve her ne kadar içimizde kimse olmasada 'içeridekilere gösterdiğimiz en az iki farklı yüzümüz vardı. Duvarlarımızı aşıp samimiyet bırakan dudaklar, rengi irinleşmemiş bakışlar lazımdı. Duvarlarımız öylesine korkutucuydu ki kimse gözüne kestiremiyor, gözüne kestirenler ise daha kendi duvarlarını aşacak takati kendilerinde bulamıyorlardı. Duvarların ardında duygular küfleniyor son yaşam seferleri geçiyordu. Ve ruhunun her katmanı yalnızlığın tecavüzüne uğrayan bir grup olarak manamızı gitgide kaybediyorduk. Fakat ya topluma en azından bir tarafından karışmak için samimiyetimizin kafasını ezebildiğimiz kadar ezip olmadığımız kişiliklere bürünecektik, ya da yalnızlığın dibinde bir yaşamın boynuna çökecektik. Göğsümüzdeki bu eksikliği bir şeylerle meşgul etsek de 'gece dediğimiz Tanrının siyah çarşafı tüm kirimizi önümüze seriyor ve biz zor bela sağlam çıktığımız her gece için ciğerlerimize ölüm tohumu ekiyorduk, gönlümüzde kurutulan çiçekler olsa da.

1 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı kalemine sağlık. Seçtiğin kelimeler harika, iki kere okudum. Özgün bir yazı olmuş. :)

    YanıtlaSil