30 Nisan 2016 Cumartesi

Aldatılmak,













Yani kendi hikayende üçüncü 'tekil şahıs olmak. 

Karşındaki partnerinin heybesine koyduğun tüm acılarının, sevginin, vefanın, cefanın, aşkın boş çıkması. Heybenin delik olması diyebiliriz. Sevip ömrünü adadığın insanın aslında buna zerre kadar emek vermediğini fark etmektir biraz da.  İşin en çok koyan yanı ise gardını almadığın, ummadığın insanların sana bunu yapmasıdır. 
Önüne çektiğin duvarın sen tarafındaki şahıslardan yenen darbedir aldatılmak. Bir yatak sahnesinden daha fazlasıdır. Düşüncelerdir ürüyen yeri. 

Asıl canınızı acıtan tarafı ise düş kırıklığıdır. Öyle yüksekten düşersiniz ki hiçbir kemiğinizde kırık olmamasına rağmen. Düşleriniz paramparça olur. Fakat kimse için de pek önemli değildir düşünceleriniz. Onlar sadece ölüp ölmediğinize bakar. Ölürseniz iki kürek toprak, yaşarsanız iki tıfıl cümle, yersiz ve yararsız muhabbet. Bu sahnede kedi olup dört ayağınızın üstüne bile düşseniz. Arkanızdan birkaç okkalı cümle konduracaklardır. ' Bu insan evladı ne kadar geniş be ' Diyecekler. Derler. Onlar hep derler. Ah! 'Onlar' dediklerimiz...
Biraz da büyürsünüz. Bu seferde kazandığınız körpe bilinci kaldıramayacak insanlar tarafından yalnız bırakılırsınız. Ama gücenmeyin. Aksamasın ayağınız, belki de az ötede iyi insanların kolonisi vardır. Bir adım diğer adımları getirir. Hele ki kendinize hiç gücenmeyin. Tebessümünüz yolunuz olsun, Yolunuz açık olsun dostlarım.

29 Nisan 2016 Cuma

La Vita A Bella (1997)




Hayat Güzeldir ile Türkçeye çevrilmiş olan bu film son derece etkileyicidir. Altyazı izlemenizi öneririm her zaman. 
II.Dünya savaşından birkaç yıl öncesinde geçmektedir. Guido Orefice, Arezzo 'dan gelen genç bir İtalyan Yahudisidir, amcasının çalıştığı otelde garson olarak işe başlayıp kitap evi açmayı planlamaktadır. Guido neşeli ve karizmatiktir, yerel bir okulda öğretmen olan Dora (gerçek hayatta eşi olan) adında birine aşık olmuştur. Fakat Yahudiler toplama kamplarına alınmaya başlayınca Guido, Eşi ve oğluyla kurduğu bağ etkiler. Olağan savaşı oğluna farklı yansıtması olay. 
Başları eğlence, sonları yüreklice bir sevgi gösterimi.

Yanılsama,

Bazen arkası boş yanılsamalara giriyorum gözüm kapalı. Her şey sıradanmış, yolundaymış gibi. Uyandığımda ise betona çakılmışcasına zihnimin duvarlarına çarpıp geri dönüyorum. Doğduğum yere, büyüdüğüm ve büyüttüğüm yere, kendime. Sınırlarımdan uzaklaşıp bu sefer farklı olacak umuduyla çıktığım yabancı sokaklar, is kokulu yer altı şehirleri, samimiyet aradığım dudak kenarları beklentimi karşılamıyordu. Biraz terlemiş biraz üzülmüş biraz yıkılmış şekilde evimin yolunu tutuyordum. Döndüğümde ise karşılaştığım enkaz yalnızlığımı körüklerken ben tırnaklarımı geçirdiğim enkazın içinden kendimi kurtarmaya çalışıyordum. Tırnaklarım kırılıyor, umudum kadar.
Fakat hiçbir işe yaramıyor. Ne sonunu görebiliyor, ne de sonsuzluğunu bilmek istiyordum. Tek beklediğim Tanrı'nın yeni bir kart sürmesi oyuna. Veyahut hile yapması, evet. Tüm hakkaniyet hassasiyetimi çiğneyip bencilce bunu bekeyebilirdim. 
Biraz kaldırırım başımı zihnimdeki buhrandan. Ayağımın dibinde oturuyor olur pisi. Bir tekme atarım belki. Atamam, nasıl atarım ki anlaşma bozulurdu. Bedenimizin ışıksız kaldığı gün kim önce giderse diğeri onu toğrağa gömecekti. Toprağa. Ne acı.
Solumdaki kitaplığa dönerdim sonra. Pablo ölüme direnmek adına masasında şiirler yazıyor olurdu. Bukowski ise acı şaraplardan birini yudumlardı kesin. Ne de olsa acı bir adam. Freud ağzında purosuyla hastalarından birine denek muamelesi yapardı. Camus kafasındaki hastalıkları dökerdi sayfelere. Behçet N. abimiz ise şiirlerine kazırdı sevdasını. Ben de birazdan yırtar atarım şu önümde karaladığım sayfeyi. 
Herşey yolundaymış gibi. Hiçbir şey yolunda olmasa da.

Küçük Prens - Antoine de Saint Exupery

Antonie De Saint Exupery tarafından 1943 yılında Newyork'ta bir otel odasında yazılmıştır. Kendisi de bir pilot olan Fransız yazar, Küçük Prens adlı başka bir gezegenden gelen bir çocuğun gözünden büyüklerin yanlışlarını anlatır. 
Birçok insan bu kitabın, karakterin fanatiği olmuş durumda. Böyle yazarlara ben de hastayım. Tabi çoğunuz okumuşsunuzdur diye düşünüyorum. Blogda yer etsin dedim. Okumayan arkadaşlar. Bu efsane kitap ve yazara hemen ulaşın. Okumayanı dövüyorlar diğer gezegenlerde haberiniz olsun. :)
Biraz içeriğine değineyim. Küçük Prens kitabı yazarın 6 yaşında iken Yaşanmış Öyküler adlı bir kitapta, avını yutan bir boğa yılanının resmini anlatarak başlar. Bundan esinlenerek fil yutmuş bir boğa yılanı çizer. Büyüklere "korktunuz mu" diye sorar. Herkes bir şapkadan korkmayacaklarını söyler. Hiç kimse onun fil yutan bir boğa yılanı olduğunu anlamaz. Bunun üzerine büyükler tarih, aritmetik, coğrafya, dil bilgisine yoğunlaşmasını söyler ve yazarımızın resim yeteneği kaybolur. Resim de yanda görülendir.
Yıllar sonra büyür ve pilot olur. Sahra Çölü üzerinde giderken bir uçak kazası yapar, motorunun bir parçası bozulur. Yardım isteyecek kimse yoktur. Ölüm kalım meselesi olur, çünkü yanında sadece 8 günlük suyu kalmıştır.  Uyurken "Bana bir koyun resmi çizer misin?" diyen birinin sesiyle uyanır. Kimseye benzemeyen sarı saçlı küçük bir çocuktur bu. Farklı bir gezegenden gelen Küçük Prens'tir. Önce fil yutan boğa yılanını çizer. Prens, "Ben fil yutan bir boğa yılanı istemiyorum" der. Pilot şaşırır, çünkü kimse o güne dek bu resmi anlamamıştır. Sonra bir kaç denemeden sonra kapalı bir kutu çizer, içinde koyun var der. Prens bu resme bayılır... 

Gelecekler Küçük Prenslerindir. Daha fazla değinmek istemiyorum. Okuyun moruklar  :) 

Leyla'dan Sonra 1-

Leyla'dan Sonra


















Sana yığınlarca hayal okudum, duymadın Leyla. Yazı dokudum, önce duvarlara sonra sayfelere. Görmedin Leyla. Tuttum, benden kaçışan kelimelerin ensesinden. Hizaya soktum hepsini teker teker. Hesabını sordum şubatın. Üşüdüm, üşüdüm Leyla. Yoksa ne lüzum! Sordum Şubatın hesabını. Şarap içtim sonra bir kaç bidon. Onu da dedemin zulasından arakladım. O da darıldı bana. Bugünlerde herkes bana dargın vaziyette. Geçen annem girdi odama. Hemen seni tutup aklımın ücra köşesine attım. Biryerine bir şey oldu mu? Anladı Leyla. Kalk bir çay koyda içelim dedim. Aldım sonra gönlünü, geçti. Aslına bakarsan ben de dargınım kendime. Ama biliyorum bunların hepsi politikadan. Hep şu partilerin huzursuzluğu. Senle bir alakası yok. Geçen bir adamla satranç oynadım. Kazandım Leyla. Ama sevinmedim, üzülür diye. Zaten suratı da pek düşüktü. Sormadım. Alışık değildir diye. Kimse kimsenin halini sormaz ya onlara uydum işte.
Her şey güzel Leyla. Tek sorunum pencereme hiçbir kuşun konmaması. Ve bir de sokaklarım bozuk Leyla, komple imar gerekecek. Kim uğraşacak değil mi? Onun dışında her şey iyi. Dedemin de gönlünü alırım bugün yarın. Ne de olsa aynı yolun yolcusuyuz. O ölüme direniyor, ben sensizliğe. 
Her şey çok güzel Leyla.

28 Nisan 2016 Perşembe

Le Herisson (2009)



İntihar etmeyi planlayan 12 yaşındaki Paloma japon komşusu ve gizemli kapıcısıyla hayatı sorgulamasını anlatıyor. Neredeyse çoğu sahne kızın elindeki kameradan gösterilir. Muazzam bir filmdir. Kitabı daha sağlamdır. Kirpinin zerafeti diye çevrilmişti. Efsane daha diyebilecek bişey yok. Bütçesiz fakat çok başarılı. İzleyin veya okuyun.

Sahilde Kafka - Haruki Murakami

Sahilde Kafka, Kobe doğumlu yazar Haruki Murakami’nin 2005 yılında New York Times tarafından Yılın En İyi 10 Romanı arasına seçilmiş, 2006 yılında World Fantasy Ödülünü ve Franz Kafka Ödülünü almış olan romanı. Başarılar bunlar. Asıl başarısı okuyucu.


Dostlar bu eser benim gözümde muhteşem bir şey.  Biraz içeriğine değineyim. Roman 15 yaşında bir ergenin kendini gerçekleştirebilme sevdasını konu edinmiş. Annesi ve ablası tarafından çok küçükken terk edilmiş olan Kafka Tamura heykeltıraş olan babasıyla Tokyo’da yaşamaktadır.. Babasının kendisine söylediği korkunç kehanet yüzünden onu terke etmeye çok küçük yaşta karar verir ve 15 yaşında terk eder. 
Bu kehanet Yunan mitolojisinde geçen Ödip’in kehanetiyle aynıdır diyebiliriz sanırım. Aynıdır evet. Babasına göre Kafka Tamura, tıpkı o mitolojik kahraman gibi babasını öldürecek ve annesiyle hatta ablasıyla cinsel ilişkiye girecektir.
Tamura, başına er ya da geç geleceğine inandığı bu lanetli durumu bir an evvel yaşayıp ruhunu özgürlüğüne kavuşturmak ister.  Bunu açıkça dile getirir: “…Eğer gerçekten bir lanet varsa kaçmak yerine üstüne gitmek istiyordum. Bir an önce son bulsun diye. Bir an önce o ağırlığı omuzlarımdan atmak. Ondan sonra da başka birinin arzularının çerçevesi içinde hapsolmuş biri olarak değil kendim olarak yaşamak.! İstediğim yalnızca buydu.” (sf.539) Bu düşünceler, ablasına tecavüz ettiği anda aklından geçmektedir. Burada içinde bulunduğu zor durumu hissettiriyor.
Neyse böyle devam ediyor işte. Yalnız neyse denilebilecek bir kitap ta değil. Ödip, kitabın bütününe yayılmış bir metafor. Bazı metaforlarda var. Örneğin Tamuranın zaman zaman bir üstbenlik gibi konuştuğu 'Karga' diye bir genç var. Onun akıl hocalığını yapıyor. Kafka okurları bilir ki, 'Kafka' kelimesi çekçe de Karga anlamına geliyor. Kitaba adını veren başkişi ve bu karga bizi Franz Kafka'nın bunalımlı, kendini bulma ve ifade etme güçlüğü çeken Gregor gibi kişilere götürüyor. 
Bir de bunu söylemeden geçemeyeceğim. Kitapta 'İnsanın içindeki boşluk hissi' sözleri farklı kişilerin ağzından ara ara duyuluyor bu yakınma. Çok enteresan bir kitap, fantastik görülebilir evet var da, fakat mesele çok farklı. Mesele herkese farklı. Son 100 sayfasında, bir sürü düğümle karşılaşıyorsunuz. Sayfa çevirdikçe düğüm çözülemeyecek korkusuyla nefes nefese kalıyorsunuz. Düğüm çözülüyor mu? Veya düğüm herkese farklı mı? Efsane bir kitap, önerimdir. Okuyun.

Gece Vardiyasında Aren,















Selam moruklar, herkese iyi geceler. Geceler iyi mi? 
Nerden çıkardın Aren? Ne gecesi, ne iyisi? 
Ov haklısınız dostlarım. Samimiyetsizler Lordundan geliyorum herkese selamı var. 
Öncelikle bu blogda din,dil,ırk mezhep,köken,renk ayrımcılığıına asla müsamaha gösterilemez.
Çünkü dayanamıyorum öyle zihniyetlere. 
Anadili sevgi olan her moruğu bekleriz. Hikayesi olan-olmayan herkesi bekleriz. 
Gerçi hikayesi olmayan uğramaz da buraya.Neyse 
Öneri ve yorumlarınızı da bekliyorum.. Gece böyle bir dipnot düşeyim dedim. 
Bloğu açma amacım okuyucu kitlesi kazanmak.Çok aham şaham bir amacım yok. Sohbet diyelim bir nevi. Ben Aren Bahadıroğlu. İlk kitabım basılmayı bekliyor. Eylül-Ekim de raflarda olması temennisindeyim. Çok resmi oldum, lanet olsun. Sıradan bir insanım. Hiç kimseyle rekabet içinde değilim. Kendimi, varolmak için rekabet etmek zorunda da hissetmiyorum. İnsan vasfına sahip olduğum ilk günde tüm egolarımı yiyip bitirmişim. Şeker sanmışım :) Dünya da tek kazanmak istediğim, İnsanlarım ve Yaşamım. Zenginliklerim insanlarımdır diye düşünüyorum. Bu bloğu sizle birlikte ben de severim umarım. Kendinize iyi bakın, sakın patlamayın. Üzgünüm. 

27 Nisan 2016 Çarşamba

Gözlerin Marla,













Gözlerin Marla, kıyısından bir tutam saç iner dudaklarına,
benim uzanıp da ulaşamadığım dudaklarına.

Kıskanır olurum ahengi senden gülüşünü
Seni senden gülüşünü gözlerimden kıskanmak nedir Marla.
Sanki hiç dokunamayacağım bir tablo,
uzaktan izlemek nedir Marla.
Tüm uzadıya vakitlerde seni düşlemek
sanki bir keman huzurunda,
sanki bir deniz esintisinde,
bir kadının omzuna ulaşamayan saçlarında
veya bir çocuğun şefkatinde
uzun uzadıya seni düşlemek..

Kim bilir hangi Tanrılar kıskanır,
ayırırlar seni gövdemden
Ya düşlerim Marla,
düşlerimden de alırlar mı seni.
Almazlar değil mi?
Verseler artık şu infazımı,
yersiz, sensiz yaşamın
assalar saçının arasındaki beyaz kurdeleye,
koklasam bir ölümlük mahrem kokunu,
fazlasında gözüm yok.

Bir kere assalar, bir kere koklasam seni.

Sıkıştırdı,

Gün oldu akşam, peki şu şakaklarımıza yerleşen hüzün neyin nesi. Bir masa başında, veya toplantı yemeğinde ya da başını yastığa koyduğun o anda. O anda. Neden hücum eder her şey, sanki tek düşmanları senmişsin gibi. Neden geçtiğini sandığımız yaralarımızın pususuna düşeriz. Kendimizi ne nefessiz kalan ne de nefes alan, arada kalıp, çırpınıp duran bir balık gibi hissederiz. Ve kimse bize ne nefesi vaat eder ne de işine karışmazsan seni ekarte eder. İşte burada olaya Tanrı giriyor, diyemeyeceğim. Tanrı kaburgalarının arasında, ipleri ise senin eline tutuşturmuştur sanırım. Sağa, sola bakarız sonra ve bir de önümüze. Ama asla arkaya bakmayacağımızı sen de biliyorsun ben de. Arkamızda bakacağımız bir şey olsaydı  arkada kalmazdı. Nereden geldiğini bilmediğimiz buhranın o günkü kurbanıyız işte. Acıların, duyguların, düşüncelerin, direnmenin, güçlü kalmaya çalışmanın kurbanıyız. Fark ettiniz mi, hiçbiri fiziksel değil. Ruhumuz aç. Ama direniyoruz, direniyoruz çünkü arayıştayız, çünkü umudumuz var. Rus üstat Dostoyevski'nin dediği gibi 'dünyayı güzellik kurtaracak' evet. Evet, çünkü umudumuz var. Var ki yaşıyoruz. Biz Tanrı'nın çocukları, biz yaşamın sahibi, biz ruhu ölümsüz enerji tohumları. Bizim umudumuz var. Bu sıkıştıran lanet geceye de, sokakta yatan şeker veletlere de, namuslu fahişelere de, sevda büyüten ölümsüzlere de, hakkaniyet hırsızlarının karşısında bayrak sallayan gençlere de. Umudumuz var. Var ki Yaşıyoruz.. Yoksa halimiz nece olurdu bu vakit..

26 Nisan 2016 Salı

Çiçekleneceğiz dostlar



Çiçeklenecek tüm sokaklar, 
çiçekleneceğiz tüm acıyan yerlerimizden. 
Çıkacağız ağzı ince, dibi dip şişelerden. 
Üzerimize giydirilen 
tüm ötekileştirilmiş kalıpları eze ze çıkacağız. 
Şarkılar söyleyerek çıkacağız. 
Göğe bakacağız sonra. 
Pencerelerinde hüzün soluyan kadınların gülüşü, 
sokaklara muazzam bir koku bırakacak. 
Ölü çiçekler işte o gün kokacak. 
Sadece sakalları kirli olabilecek adamlar 
geçmişim yararsız sükutu yerine o günün söz sahibi olacaklar. 
Duyguları kül olup yüreğine buz gibi oturan biz aşıklar
işte o gün bir çocuk kadar saf ve temiz seveceğiz birbirimizi.
Devletimiz sokak ideolojimiz sevgi olacak.