27 Nisan 2016 Çarşamba

Sıkıştırdı,

Gün oldu akşam, peki şu şakaklarımıza yerleşen hüzün neyin nesi. Bir masa başında, veya toplantı yemeğinde ya da başını yastığa koyduğun o anda. O anda. Neden hücum eder her şey, sanki tek düşmanları senmişsin gibi. Neden geçtiğini sandığımız yaralarımızın pususuna düşeriz. Kendimizi ne nefessiz kalan ne de nefes alan, arada kalıp, çırpınıp duran bir balık gibi hissederiz. Ve kimse bize ne nefesi vaat eder ne de işine karışmazsan seni ekarte eder. İşte burada olaya Tanrı giriyor, diyemeyeceğim. Tanrı kaburgalarının arasında, ipleri ise senin eline tutuşturmuştur sanırım. Sağa, sola bakarız sonra ve bir de önümüze. Ama asla arkaya bakmayacağımızı sen de biliyorsun ben de. Arkamızda bakacağımız bir şey olsaydı  arkada kalmazdı. Nereden geldiğini bilmediğimiz buhranın o günkü kurbanıyız işte. Acıların, duyguların, düşüncelerin, direnmenin, güçlü kalmaya çalışmanın kurbanıyız. Fark ettiniz mi, hiçbiri fiziksel değil. Ruhumuz aç. Ama direniyoruz, direniyoruz çünkü arayıştayız, çünkü umudumuz var. Rus üstat Dostoyevski'nin dediği gibi 'dünyayı güzellik kurtaracak' evet. Evet, çünkü umudumuz var. Var ki yaşıyoruz. Biz Tanrı'nın çocukları, biz yaşamın sahibi, biz ruhu ölümsüz enerji tohumları. Bizim umudumuz var. Bu sıkıştıran lanet geceye de, sokakta yatan şeker veletlere de, namuslu fahişelere de, sevda büyüten ölümsüzlere de, hakkaniyet hırsızlarının karşısında bayrak sallayan gençlere de. Umudumuz var. Var ki Yaşıyoruz.. Yoksa halimiz nece olurdu bu vakit..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder