Gün oldu akşam, peki şu şakaklarımıza yerleşen hüzün neyin
nesi. Bir masa başında, veya toplantı yemeğinde ya da başını yastığa koyduğun o
anda. O anda. Neden hücum eder her şey, sanki tek düşmanları senmişsin gibi. Neden
geçtiğini sandığımız yaralarımızın pususuna düşeriz. Kendimizi ne nefessiz
kalan ne de nefes alan, arada kalıp, çırpınıp duran bir balık gibi hissederiz. Ve
kimse bize ne nefesi vaat eder ne de işine karışmazsan seni ekarte eder. İşte
burada olaya Tanrı giriyor, diyemeyeceğim. Tanrı kaburgalarının arasında, ipleri
ise senin eline tutuşturmuştur sanırım. Sağa, sola bakarız sonra ve bir de
önümüze. Ama asla arkaya bakmayacağımızı sen de biliyorsun ben de. Arkamızda
bakacağımız bir şey olsaydı arkada kalmazdı.
Nereden geldiğini bilmediğimiz buhranın o günkü kurbanıyız işte. Acıların,
duyguların, düşüncelerin, direnmenin, güçlü kalmaya çalışmanın kurbanıyız. Fark
ettiniz mi, hiçbiri fiziksel değil. Ruhumuz aç. Ama direniyoruz, direniyoruz
çünkü arayıştayız, çünkü umudumuz var. Rus üstat Dostoyevski'nin dediği gibi 'dünyayı
güzellik kurtaracak' evet. Evet, çünkü umudumuz var. Var ki yaşıyoruz. Biz
Tanrı'nın çocukları, biz yaşamın sahibi, biz ruhu ölümsüz enerji tohumları.
Bizim umudumuz var. Bu sıkıştıran lanet geceye de, sokakta yatan şeker
veletlere de, namuslu fahişelere de, sevda büyüten ölümsüzlere de, hakkaniyet
hırsızlarının karşısında bayrak sallayan gençlere de. Umudumuz var. Var ki
Yaşıyoruz.. Yoksa halimiz nece olurdu bu vakit..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder