17 Mayıs 2016 Salı

Hayatın Sayfasından Düşenler,












Sade kapaklı bir kitap açıverdim önüme. İlk üç beş satırını beklentiyle ölçmemin ardından çekildim hikayenin içine. Hiçbir karaktere sığmadan, kenardan izledim onları. Yaşlı bunağın her sabah 7.05 te uğradığı mezarlıktaki halini iki üç mezar öteden izledim. Kadını için döktüğü göz yaşını gördüm, aynı zamanda buz gibi olan mezar taşından nasıl korktuğunu. Kucağındaki çiçekleri titrek elleriyle nasıl toprağa yerleştirdiğini gördüm. Ölüm vardı.
Sonra gittim mahallede arkadaşlarıyla top oynayan, ve her zaman Ali'yle paslaşmaktan zevk alan Mete'nin yaşamını hissettim. Nasılda dosta ihtiyacı vardı, birkaç pasla ve tebessümle besleyeceği. Dostluk vardı.
Sonra çevirdim sayfeleri, okulda yosun gözlü  kıza aşık olan bir gencin kuşlarla bakışmasına, gökyüzünü görmesine şahit oldum. Ayaklarının altındaki dünyanın çekildiğini gördüm, gözlerinin parıltısını gördüm, biraz da güldüm. Güldüm çünkü bu muazzam bir şeydi.
Arka sayfede ise saat 01.35 di. Telefon konuşmasındaydı tüm gözüm kulağım. Kadın 'Bitti' dedi adama. İlk defa bir adam sustu. Bitti' nin karşısında sustu. Sustu çünkü hakikatin değişmeyeceğini biliyordu. Bu dayanılmaz acıydı. Evet dayanılmazdı. Adam astı kendini. Daha ne konuşuyorsun, adam astı kendini. Bilmiyorum gerisini. Adam kendini astı.
Çevirdiğim diğer sayfede, babasıyla küs bir adamın babasının ölümünden sonraki an dı. Babasına olan nefreti öldüğünde daha da arttı. Elindeki küreği daldırdı toprağa. Atamadı. Babasının üzerine toprak atamadı. Ağacın gövdesine çöktü. Çöktü.
Bir sonraki sayfede, kadının sevdiği adamdan çocuğunu ilk eline aldığı sahne. Gözyaşlarından tebessümün aktığı o an. Ağlanılan o sahne gelen çocuğun bereketiyle ruhların temizlenmesi.

Bizler ise bu hikayelerin arasına sıkışıp, altını çizdiğimiz kelimelerden medet umarız. Ne güzel medet bekleyişleri içerisindeyiz değil mi? Okuyalım mı, yaşayabildiğimiz kadar okuyalım mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder